24 Haziran 2014 Salı

Ekopsikoloji


Ekopsikoloji, ekolojik ve psikolojik prensipler doğrultusunda insanoğlu ve doğal dünya arasındaki ilişkiyi inceler. Ekopsikolojinin çalışma alanı, sürdürülebilir yaşam şekilleri oluşturmada ve doğaya yabancılaşmanın çözümünde bireylere yardımcı olarak, bireyler ve doğal dünya arasındaki duygusal bağlantıyı genişletme yolları geliştirmeyi ve bunları anlamayı amaçlar. Theodore Roszak, türettiği 'Ekopsikoloji' terimini 1992 yılında basılan Dünyanın Sesi (The Voice of the Earth) isimli kitabında kullanmıştır. Daha sonra 1995 yılı antolojisinde ortak yazarlar Mary Gomes ve Allen Kanner ile birlikte bu fikri genişletmiştir.

Bu alt alan sayesinde insanların neden çevreye zarar verme davranışı sergilemeye devam ettiklerini araştırma ve sürdürülebilir uygulamaları benimsemek için pozitif motivasyon yöntemleri geliştirme amaçları ile geleneksel psikoloji alanı genişlemektedir. Kanıtlar, birçok çevresel hasara yol açma davranışının bazı seviyelerde alışkanlık hâline geldiğini ve bu şekilde, utanç duyarak değil, pozitif duygusal tatmin üzerinden çok daha etkili şekilde hareket edildiğini göstermektedir. Ekopsikolojiye atıfta bulunulan diğer bazı konular şunlardır: Gaia psikolojisi, psikoekoloji, ekoterapi, çevresel psikoloji, yeşil psikoloji, global terapi, yeşil terapi, dünya merkezli terapi, yeniden dünyalılaşma, doğa tabanlı psikoterapi, şamanik rehberlik, ekosofi ve orman terapisi.

Ekopsikolojinin temel dayanağı, günümüzde insan aklı modern sosyal dünya tarafından şekillendiriliyorken, onun evrilip geliştiği doğal çevreye esasen uyumlu olduğudur. Biyolog E. O. Wilson'ın 'biyofili hipotezi'ne göre insanoğlu doğayla, özellikle de doğanın suretiyle; yani evrim biyologlarının evrimsel uyumluluk çevresi olarak adlandırdıkları, yaşamak için uyum sağlanan doğal şartlarla duygusal bağ kurma konusunda doğuştan bir dürtüye sahiptir.

Pratik yararlar

Bazı araştırmacılar bireyin doğa ile olan iletişiminin diğer insanlarla olan ilişkilerini ve duygusal refahını geliştirebildiğini ileri sürmektedir. Bu uygulamanın tamamlayıcı kısmı, psikoterapiyi ve bireyi ofis ve ev içerisinden çıkartıp dış mekânlara taşımaktır. Ekopsikolojinin temel kurallarına göre, ormanda veya parkta yapılan bir yürüyüş, canlandırıcı etkiye sahiptir çünkü bu, insanın uyum sağlamış olduğu bir şeydir. Roger Ulrich, Rachel ve Stephen Kaplan ve Frances Kuo gibi psikologlar, doğal dekorasyona sahip yerlerde yaşamanın ve manzara resimlerine bakmanın insan psikolojisi üzerindeki yararlı etkilerini araştırmışlardır. Richard Louv'un Doğadaki Son Çocuk (Last Child in the Woods) kitabının Çocuklarımızı Doğa Eksikliği Bozukluğundan Korumak (Saving our Children from Nature-Deficit Disorder) bölümünde çocukları doğayla buluşturmanın dikkat dağınıklığı bozukluğu da dâhil olmak üzere ruhsal bozuklukların tedavisinde nasıl yardımcı olabileceği, detaylarıyla tartışılmaktadır.

Ekopsikolojinin bir başka temel dayanağı, doğanın farkına varma ve doğayı tanıma adımlarının duyuların keskinleşmesini sağlayabildiği ve insanlara yeni yetenekler geliştirme konusunda yardımcı olabildiğidir. Örneğin, korkma yerine farkına varma ve tanıma durumları öne çıkartılırsa, doğada iz sürme ve yön bulma yetenekleri gelişir. Benzer şekilde, ekopsikolojiye göre denizi anlayan ve seven denizcilerin rüzgârın yönü konusunda keskin bir duyu kazandığı ileri sürülmektedir.

Doğayla iç içe olma nedenleri

Ekopsikoloji, doğa ile nasıl duygusal bağ geliştirildiğini araştırmaktadır. Bunun çok faydalı bir durum olduğu düşünülür zira doğa keşfedildiğinde ve doğaya herhangi bir yargılamada bulunmaksızın bakıldığında insan; ahenk, denge, zamansızlık ve sağlamlık duyguları edinir. Ekopsikoloji, genler gibi temel yapı taşları üzerine odaklanan ve doğayı bencilce, bir hayatta kalma mücadelesi olarak tanımlayan indirgeyici doğa görüşlerini büyük ölçüde reddeder. Doğayla ilgili olarak yabanıllık, tutumluluk, ruhanilik ve duygusal bağ açılarından yetersiz bilimsel tanım ve keşif olduğu düşünülür. Örneğin, tutumlu uyumlulukların seçiliyor olduğu varsayıldığında, tutumluluğun türlerin evrim ağaçlarının çıkarılmasında (ortak atalara bakılarak yapılan sınıflandırma) en iyi yol olduğu anlaşılır. Bugüne değin beyin çoğunlukla, büyük bir kavram çeşitliliğinin akılda sıkışmasının sonucu olarak etrafındaki etkilerin içerisinde tutumluluğu arayan basit bir organ şeklinde değerlendirilmesinin yerine, kalıtsal akıl üniteleri tarafından yönetilen, karmaşık bir yapı olarak görülmüştür.

Doğa ile iç içe olan kültürler

Doğayla nasıl bağ kurulduğunun araştırılmasında ekopsikoloji, doğayla iç içe olma geçmişleri olan çeşitli antik ve modern kültürlerin oluşturduğu örneklerle ilgilenir. Aborijin, Pagan, Budist ve Hindu kültürler; şamanizm ve eski İsihazm gelenekleri, bu örneklere dâhildir. İlgi alanı, bu kültürlere ait kutsal mekânların kayıplarının yerel halk üzerinde genel görüşten çok daha yıkıcı etkiye sahip olması durumuyla birlikte, kültürel kimliğin doğayla nasıl iç içe olduğudur. Özellikle Amerikan yerlilerinin hikâyeleri, insanlar ve doğa arasındaki toplumsal geçerlilik kazanmış bilinci resmetmektedir. Doğu Ortodoks keşişleri, doğaya derinden bağlı ve düşünce yoğunluklu bir hayat sürerler. Diğer çalışmalar, çevrenin iyileşmesine olanak sağlayan nüfus kontrolü veya göçebe yaşam gibi doğal sınırlara saygı gösterilen bir özveri ve çevre dâhilinde nasıl daimi bir yaşam sürdürüldüğü üzerinedir. Ek olarak, belli yerli kültürler ağaçların, nehirlerin ve gökbilimsel parçaların yer aldığı bazı psikoterapi yöntemleri geliştirmiştir.

Doğa olmayınca çekilen acılar ve içine düşülen kuruntular

Ekopsikologlar, yaygın şekilde devam eden çevresel yıkım karşısında acı ve ümitsizlik hisseden bireylerin özelinde, açığa vurulmamış bir keder tespit etmişlerdir. Ekopsikolojinin alanı, yeni bir kategori yaratmaksızın var olan patolojik durumların ışığında çevreyle olan bağlantı kopukluklarının açıklanma biçimlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. İleri sürülen fikir, içinde bulunulan kültür doğadan kopuksa, bireyin hayatındaki çeşitli durumların olumsuz olarak etkileneceğidir. Ayrıca doğanın etkisi olmadan insanların çeşitli kuruntulara yatkın olacağına ve akıl sağlığı ve en iyi psikolojik gelişim için belli bir derecede doğaya dönük yaşamın temel unsur olması gerekliliğine de inanılmaktadır. Bu konu, Paul Shepard'ın Doğa ve Delilik (Nature and Madness) isimli kitabında detaylarıyla incelenmektedir. Ayrıca dış dünyadan ayrı kalmanın, evrimsel süreç boyunca çevreyle kurulan karşılıklı etkileşim üzerinden geliştirilmiş duyuların ve bilgi işlem yeteneğinin kaybına yol açtığı da ileri sürülmektedir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Ecopsychology

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder