23 Ekim 2014 Perşembe

Balıklar, Beyaz Benek Hastalığına Karşı Aşılanabilir mi?

Beyaz benek hastalığı, en yaygın görülen akvaryum sorunlarından biridir, dolayısıyla balığın bu hastalığa yakalanmasını önlemek için bir aşı üretmek mümkün olabilir mi?

Evet, yeni bir çalışmaya göre balığın beyaz benek hastalığına yakalanma olasılığını azaltmak üzere aşılanabildiğini destekleyen kanıtlar ortaya konulmuştur.

Hastalığa neden olan, protozoan adı verilen küçük bir parazittir (Ichthyophthirius multifiliis) ve derisine ve solungaçlarına yerleşerek balığa zarar verir. Balık da bağışıklık sistemini kullanarak parazite saldırma yoluyla tepki verir ve parazitin etrafında küçük bir kapsül oluşturur; bu kapsül, hastalığa yakalanan balıkta beyaz benek olarak gözükür.

Normalde hastalık, suya kimyasal ilave edilerek tedavi edilir ama bazı canlılar bu kimyasallara karşı hassastır, (akvaryum çok büyükse) bu pahalı bir uygulama olabilir ve balıklara zarar verebilir veya onları strese sokabilir.

Beyaz benek hastalığının tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir kimyasal olan malahit yeşili, insanlarda kansere neden olduğundan kültür balıkçılığında yasaklanmıştır ama akvaryumlardaki kullanımı hâlâ yasaldır. Yine de alternatif kullanımlara yönelmek daha iyidir.

Enfeksiyon sonrası balık, beyaz benek hastalığına karşı bağışıklık geliştirir, bu yüzden bilim adamları aşı geliştirilip geliştirilemeyeceğini görmek için balığın bağışıklık sistemine dair bu bilgiye dayanarak deneyler yürütmüşlerdir.

Tipik olarak enjeksiyon sonrası işe yarayan diğer aşıların aksine beyaz benek “aşısı”, parazitler yaşam döngülerinde “teront” olarak bilinen özel bir aşamadayken, içi parazit dolu suda balığa banyo yaptırılmasıyla uygulanır.

Teront tedavisi uygulanan balık, kanında beyaz benek hastalığına karşı çok daha yüksek seviyelerde antikor barındırır ve bu antikorlar, gelecekteki enfeksiyonların atlatılmasında yardımcı olacaktır. Çalışma hâlâ tedavi aşamasındadır, dolayısıyla beyaz benek hastalığına karşı aşılanmış balıkların satışa sunulduğunu görmek için belli bir süre beklemek zorundayız.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Practical Fishkeeping (Pratik Balık Bakımı) dergisi, Kasım 2009 sayısı

Ağaçlarda Saklanarak Hayatta Kalan Balık

Biyologlar, Atlas Okyanusu'nun batısındaki haliçlerde yaşayan bir killifishin, yaşadığı sular kısmen kuruduğunda içi boş ağaç gövdeleri içerisinde birkaç ay geçirebildiğini buldular.

Mangrov Killifishi (Kryptolebias marmoratus) acı sulu mangrov alanlarında yaşar ve sular çekildiğinde, küçük su havuzlarında sıkışıp kalabilir.

Araştırmanın sonuçlarına göre bu tür, suda çürüyen ağaç gövdeleri içerisine girerek neredeyse kurumuş olan havuzlarda hayatta kalıyor.

Bilim adamları, yüzlerce Mangrov Killifishini, böcekler tarafından çürütülmekte olan ağaç gövdelerinin içerisinde buldular.

Bu tür, bu şartlarda yaşamak için uyum sağlamıştır ve boşaltım yapma işini hava ortamında da su altındaki kadar etkili şekilde yapabilen özel solungaçlara sahiptir.

Öz hermafroditlik: Kryptolebias marmoratus türündeki hermafroditizmi (erdişiliği) açığa çıkaran araştırma, daha önce Molecular Ecology (Moleküler Ekoloji) dergisinde yayınlanmıştı.

Türün hermafrodit olduğu belirlenmiştir ve kendi kendini dölleyebilen tek omurgalı hayvan olduğuna inanılmaktadır.

Biyolog John Avise: "Çürümekte olan ağaç gövdelerin içerisinde yaşama durumu, bu killifishin Brezilya'nın güneyinden Florida'nın orta kesimine kadar geniş bir aralıkta nasıl görülebildiğini açıklamada yardımcı olabilir. Öz döllenme de bireylerin yeni yerlerde koloniler kurabilmesini kolaylaştırmaktadır ve ağaç gövdeleri, bu dağılım için iyi birer taşıyıcı olmaktadır."


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

Siyah Piranha, En Güçlü Isırığa Sahip

Piranhanın korkutucu ünü, biraz abartılmış bir durum olabilir ama kesin olan bir şey var ki o da ısırığının gücü.

Bilim adamları, artık soyu tükenmiş bir tür olan Megapiranha paranensis’ten sonra Siyah Piranhanın (Serrasalmus rhombeus), büyüklüğüne göre, yaşamakta veya tükenmiş olan kemikli balıklar arasında en güçlü ısırığa sahip balık olduğunu buldular.

Araştırma sırasında bilim adamları, iğnesiz kancalar kullanarak Amazon Nehri’nden yakalanan on beş adet Siyah Piranhanın ısırma gücünü test ettiler. Testler, balıkların dişleri arasına ölçme aleti yerleştirilerek yapıldı ve ekip, testleri “eşine az rastlanır, tehlikeli ve zor” olarak sınıflandırdı.

Siyah Piranhanın ısırığının, kemikli veya kıkırdaklı balıklar arasında o güne kadar ölçülmüş en güçlü ısırık olduğunu buldular; bu ısırık, kendi ağırlığının otuz katı ve kendisiyle eşit büyüklükteki bir Amerikan aligatorunun (Alligator mississippiensis) ısırık gücünün neredeyse üç katı seviyesinde.

Bu güçlü ısırığın kaynağı, oldukça gelişmiş çene kapama eklemi ile birlikte, çene kaslarının olağanüstü büyüklüğü ki bu kaslar, toplam vücut kütlesinin yaklaşık %2’sine karşılık gelmektedir.

Ekibe göre: “Agresif ısırma davranışıyla bütünleşen benzersiz fonksiyonel çene yapısı düşünüldüğünde, Siyah Piranhanın hızlı ve etkili şekilde avından büyük lokmalar koparabildiğini görmek şaşırtıcı olmamalıdır.”

Ekip ayrıca, Serrasalmus rhombeus’a dair verileri kullanarak, soyu tükenmiş olan ve ağırlık olarak 50 kat fazla büyüklükteki Megapiranha paranensis’in ısırış gücünü de tahmin edebildi.

Araştırmacılara göre: “73 kg’lik bir Megapiranha’nın ısırma saldırısı, 3.000 kg’lik Büyük Beyaz Köpek Balığınınkiyle benzer bir vahşilikte olacaktı. Görece küçük yapısına göre Megapiranha paranensis’in ısırığı, balina yiyen devasa Carcharodon megalodon ve Devoniyen döneme ait canavar Dunkleosteus terrelli dâhil olmak üzere, soyları tükenmiş diğer mega avcıları da gölgede bırakırdı.”


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
İlgili makale: Piranha Saldırıları Hakkındaki Gerçekler

19 Ekim 2014 Pazar

Deniz Kedi Balığı, Yüzen Bir pH metre

Japon Deniz Kedi Balığı (Plotosus japonicus), suyun pH’ındaki küçük değişimleri tespit ederek avının yerini belirleyebiliyor.

Hayvanlar, avlarının yerlerini belirlemek için birtakım eşsiz yöntemler kullanır ama Japon Deniz Kedi Balığı için, yaşadığı koyu karanlık sularda bunu yapmak özellikle zordur.

ABD’nin Louisiana Eyalet Üniversitesi’nden ve Japonya’nın Kagoshima Üniversitesi’nden bilim adamları, bu kedi balığının sensörlerle donatılmış olduğunu ve başlıca avı olan küçük deniz kurtçuklarının solunumları sırasında gerçekleşen su pH seviyesindeki değişimleri belirleme yoluyla onların yerlerini tespit edebildiğini belirlediler.

Deniz kurtçukları, çamurun içindeki borularda (tüplerde) veya oyuklarda yaşar. Kurtçuklar solunum yaparken, deniz suyunun pH’ının hafifçe düşmesine neden olur şekilde az miktarlarda karbondioksit ve asit salar; gececil deniz kedi balığı da bu değişimi tespit eder.

Louisiana Eyalet Üniversitesi’nden John Caprio: “Bu balık, yüzen bir pH metre gibi. Bu işi, laboratuvarlarda kullanılan ticari pH metreler kadar iyi yapıyor.”

Bu, canlı avını bulmak için bir balığın pH seviyelerini kullanmasına dair ilk rapor olarak kayıtlara geçmiştir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

Karayip Mercan Resifleri, Yok Olma Tehlikesi ile Karşı Karşıya

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayınlanan bir rapora göre, Karayipler’deki mercan resifleri hızla bozuluma uğramaktadır.

1970’lerde bilim adamları, Karayip resiflerini yarı yarıya kaplayan canlı mercan örtüsünü keşfettiler; şimdiyse bu oran olumsuz iklim değişikliği, aşırı avlanma ve kirlilik nedenleriyle ciddi bir azalmaya uğramış şekilde %8 civarındadır.

Ve bu endişe verici azalma hızında herhangi bir yavaşlama belirtisi de yoktur.

IUCN Küresel Deniz ve Kutup Programı yöneticisi Carl Gustaf Lundin: “Mercan azalışının başlıca nedenleri gayet iyi şekilde bilinmektedir ve bunlara aşırı avlanma, kirlilik, hastalıklar ve fosil yakıtların yakılmasının sonucunda artan sıcaklıkların neden olduğu beyazlamalar dâhildir.”

“İleriye dönük olarak, eğer mercan resiflerini ve bizim için hayati öneme sahip balıkçılığı önümüzdeki on yıllar boyunca yaşatacaksak, tüm bu olumsuz insan etkilerini acilen ve sert bir şekilde azaltmamız gerekmektedir.”

Araştırmaya göre Cayman Adaları gibi daha ücra yerlerde hâlâ %30’a kadar olan bir mercan örtüsü bulunmaktadır. Bu alanlar, insan etkisine ve kasırgalar gibi doğal afetlere daha az maruz kalmaktadır.

IUCN, yakalama kotaları yoluyla avcılığa limit koyma, deniz koruma alanlarını genişletme, karadan denize doğru yapı maddelerinin gelişini durdurma ve fosil yakıtlara küresel bağlılığı azaltma dâhil olmak üzere, mercanların sağlığını iyileştirmek adına zorunlu yerel eylem çağrısında bulunmaktadır. IUCN kaynaklı Küresel Mercan Resifi Görüntüleme Ağı üzerinden de ayrıca dünya çapında endişe verici mercan resifi azalışıyla ilgili mevcut verileri sağlamlaştırma hamleleri bulunmaktadır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

18 Ekim 2014 Cumartesi

Rüzgâr Sapları, Rüzgârdan Kinetik Enerji Elde Ediyor

Bazı kimseler rüzgâr türbinlerini açık alanlardaki cafcaflı nesneler olarak görmektedir. Enerji üretmek için bir dizi 1203 kinetik enerji üretici “sapı” kullanan bu Rüzgâr Sapları konsepti ise daha farklı bir yapıda. Abu Dabi’nin Masdar kenti için tasarlanan proje, rüzgârda dalgalanan buğday tarlalarından ilham alıyor.

55 metre yüksekliğindeki bu karbon fiberle güçlendirilmiş reçineden direkler, elektrik akımı oluşturan piezoelektrik diskler ve elektrotlar içermektedir. Akım, bir pil işlevi gören iki haznede depolanır. Direk uçlarına yerleştirilmiş LED ışıklar, ne kadar rüzgâr estiğine bağlı olarak parlak veya loş ışık verir. Hiç rüzgâr olmadığında ise LED’ler sönük kalır.

Yaratıcısının “Zaten var olan ve çalışan bir dizi sisteme dayalı olarak işliyor.” ifadesine rağmen, Rüzgâr Sapları kendisine özgü bir konsept oluşturmuş durumda. Bir Rüzgâr Sapları sahasından ne kadar enerji üretildiğine dair bir bilgi yok ancak bizim tahminimize göre kayda değer miktarlarda enerji üretimi için çok daha fazla alana gereksinim duyulmaktadır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: inhabitat.com

Sonbaharda Yaprak Renklerinin Kimyası

KLOROFİL

Klorofil, bitki yapraklarına yeşil rengi veren kimyasaldır. Bitkiler, klorofil üretimi için belli sıcaklık seviyelerine ve güneş ışığına gereksinim duyar. Sonbaharda, üretilen klorofil miktarı azalmaya başlar ve var olan klorofil, yapraklardaki yeşil renk soluklaşacak şekilde parçalanır.


KAROTENOİDLER ve FLAVONOİDLER

Karotenoidler ve flavonoid pigmentleri, yapraklarda her zaman bulunur ama sonbaharda klorofil parçalandıkça, bunların renkleri baskın hâle gelir. Karotenoidlerin bir alt sınıfı olan ksantofiller, sonbaharda yapraklardaki sarı rengin nedenidir. Temel ksantofillerden biri olan lutein, ayrıca yumurtanın sarısına da renk veren bileşiktir.


KAROTENOİDLER

Karotenoidler ayrıca turuncu renklerin de nedenidir. Beta-karoten, bitkilerde en yaygın olarak bulunan karotenoidlerden biridir ve kırmızı ve sarı ışıkları yansıtıp turuncu bir görünüm verecek şekilde yeşil ve mavi ışıkları şiddetle soğurur. Beta-karoten, havuçtaki turuncu renklenmeye de neden olan etkendir.

Yapraklardaki karotenoidler, klorofille aynı zamanda aşınmaya uğramaya başlar ama aşınma hızları daha düşük olur. Bunların arasında beta-karoten en kararlısıdır ve dökülmüş bazı yapraklarda hâlâ belli miktarlarda bulunur.


ANTOSİYANİNLER ve KAROTENOİDLER

Karotenoidlerin aksine antosiyaninler, sonbaharla birlikte sentezlenmeye başlar. Yapraklardaki şeker konsantrasyonu artarken, güneş ışığı antosiyanin üretimini başlatır. Hizmet ettikleri amaç belli değildir ama yaprakların düşmesinden önceki zamanı uzatacak şekilde yaprakları aşırı ışıktan korumaya yardımcı oldukları ileri sürülmüştür.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: compoundchem.com
Çevirmenin notu: Antosiyanin üretimi her ağaçta olmaz. Dolayısıyla sonbaharda renk değişimi sürecinde yapraklardaki kırmızı renklenme bazı ağaçlarda görülmez.

17 Ekim 2014 Cuma

Balıklar, Gerçek Rakiplerine Karşı Daha Agresif Tutum Sergiliyor

Bölgeci türlerdeki agresiflik üzerine yapılan geçmiş çalışmaların sonuçları, balığın yansımalara tepki vermesinin, bir rakibine tepki vermesiyle benzer olmadığını gösteren yeni bir çalışma ile zayıflatılmış olabilir.

Aynalar; kuşlar ve balıklar gibi kendilerinin daha az farkında olan hayvanlarda tepkilere neden olmak amacıyla sıklıkla kullanılmıştır ancak Animal Behaviour (Hayvan Davranışları) dergisinde yayınlanan bir çalışma göstermektedir ki Amerikan Zebra cichlidler (Amatitlania nigrofasciata) gerçek bir rakiple karşılaştıklarında, aynadaki yansımalarına verdiklerinden daha farklı bir tepki vermektedir.

Belfast’taki Queen’s Üniversitesi’nden Robert Elwood, çalışmayı yürüten bilim adamlarından biri olarak davranışı bir boksörünkine benzetmektedir: “Eğer bir balık, aynadaki yansımasıyla gerçek bir kavgaya tutuşmayı düşünse, çok çabuk hareket edecek ve ‘tetikte olacaktır’. Ancak eğer aynanın önünde sadece yapmacık bir tavır takınıyorsa, ‘boksör’ uzun süre hiçbir şey yapmadan durabilir ve poz verebilir.”

Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nden Russel Fernald da şöyle bir yorumda bulunuyor: “Bilim adamları genellikle balıkların bilişsel becerilerini hafife almaktadırlar. Biz cichlidlerin mantıklı neden üretebildiğini ortaya koyduk. Balıklar, tek başlarına gözlem yoluyla sosyal statüye dair sonuçlar çıkarabilmektedir. Dolayısıyla neden bir ayna tarafından aptal durumuna düşürülsünler ki?


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: Makaleden çıkarılacak temel sonuç, balığın ayna karşısında sergilediği tutumu kendisinin aynen gördüğü ve buna uygun şekilde bir tavır takındığıdır. Bununla birlikte gerçek bir rakiple karşılaştığında, durumun ciddiyetini fark edip buna uygun şekilde agresif tutumunu gerçekten sergilemektedir.

Hayvanlarda Duygu

Hayvanlarda duygu konusu, hayvanların duygu hissetme olasılığı ile ilgilidir. Bunlar, öncelikli olarak psikofizyolojik dışavurumlar, biyolojik reaksiyonlar ve psikolojik durumlar şeklinde sınıflandırılan öznel ve bilinçli deneyimler olarak tanımlanabilir.

Hayvanların duygu hissetmeleri olasılığı, davranışsal yaklaşımı benimseyen kişiler tarafından reddedilir ve bu kişiler şu soruyu sorar: Eğer sadece uyaran-tepki durumu, aynı etkilere yol açması açısından yeterli bir açıklama ise, neden insanlar hayvanlarda bazı davranışları açıklamak için bilinci ve onun insana dair tüm çıkarımlarını öne sürmelidirler? Hayvanların duygu hissetme yetenekleri ayrıca, insanlar dâhil olmak üzere duyguların evrensel olmadığı, hayvan davranışlarının insanlara özgü biçimde yorumlandığı ve bu tanımlamaların geçerlilikten yoksun olduğu temelinde de eleştirilmektedir.

Hayvanların duygu deneyimlerine sahip olmaları olasılığı üzerine yazan ilk bilim adamlarından biri Charles Darwin'dir. Bu anekdotsal yaklaşım; daha sağlam, hipotez odaklı ve bilimsel bir yaklaşım hâline gelmiştir. Bilişsel ön yargı testleri gibi birtakım testler ve öğrenilmiş çaresizlik modelleri geliştirilmiştir. İnsanlar ve insan olmayan hayvanlar arasındaki bağlarla ilişkili genel hipotezler ayrıca insan olmayan hayvanların duygu hissedebildikleri ve bu insani duyguların benzer süreçlerden geçerek evrildiği iddiasını desteklemektedir.

Bilişsel ön yargılar, diğer bir deyişle iyimserliğe veya kötümserliğe dair hisler; sıçanlar, köpekler, kediler, makaklar, koyunlar, tavuklar, sığırcık kuşları, domuzlar ve bal arıları dâhil olmak üzere geniş aralıktaki türler üzerinde açığa çıkarılmıştır.

Etimoloji, tanımlamalar ve ayrım

1579 yılında Fransızcadaki "émouvoir" kelimesinden İngilizceye uyarlanan "duygu (emotion)" kelimesi, "coşturmak / kışkırtmak" anlamına gelir. Bununla birlikte kelimenin en erken işaretleri, dilin kökenine dayanmaktadır.

Duygular, organizma için belirgin bir anlamı olan iç veya dış olaylara karşı verilen soyut ve tutarlı tepkiler olarak tanımlanmıştır. Duygular kısa sürelidir ve psikolojik, davranışsal ve sinirsel mekanizmaları kapsayabilecek şekilde koordineli tepki dizisinden ibarettirler. Duygular ayrıca evrimin bir sonucu olarak da tanımlanmıştır çünkü atalarımızın yüzleştiği eski ve yinelenen sorunlara karşı makul çözümler sağlamışlardır.

Basit ve karmaşık insan duyguları

İnsanlarda, duygular arasında "basit" ve "karmaşık" olmak üzere zaman zaman ayrım yapılır. Altı duygu, basit olarak sınıflandırılmıştır: Öfke, nefret, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlık. Karmaşık duygulara ise küçümseme, kıskançlık ve sempati dâhil edilebilir. Ancak bu ayrımı yapmak zordur ve insan olmayan hayvanlar için sıklıkla karmaşık duyguları bile sergiledikleri söylenmektedir.

Occam'ın usturası

Hayvanlarda hem basit hem karmaşık duygular üzerine yapılan çalışmaları yorumlarken, uygulanabilecek / uygulanması gereken prensip, Occam'ın usturasıdır; buna göre hipotezler arasında seçim yaparken, en az tahminlemenin yapıldığı hipotez seçilmelidir.

Arka Plan

Davranışsal yaklaşım

Karşılaştırmalı psikoloji ve etoloji gibi hayvan bilimlerinin gelişiminden önce hayvan davranışlarının yorumlanması, davranışçılık olarak bilinen minimalistik bir yaklaşımın tercih edilmesi eğilimindeydi. Bu yaklaşım, bir hayvana bir davranışı sağlam bir temele dayanmayan insana benzetme olarak görülmesinden başka şekilde açıklayacak en düşük çabanın ötesinde bir yetenek yüklemeyi reddetmektedir. Davranışçı argüman, eğer sadece uyaran-tepki durumu, aynı etkilere yol açması açısından yeterli bir açıklama ise, neden insanlar hayvanlarda bazı davranışları açıklamak için bilinci ve onun insana dair tüm çıkarımlarını öne sürmelidirler, düşüncesidir.

Dixon'ın tedbirli ifadeleri, bu bakış açısını şu şekilde örneklendirmektedir:

"Etik ve hayvanlar alanındaki son çalışmalar, insan olmayan hayvanlara duygu yüklemenin felsefi açıdan meşru olduğunu ileri sürmektedir. Dahası, zaman zaman duygusallığın insanlar ve insan olmayanlar tarafından paylaşılan maneviyatla ilgili bir psikolojik durum olduğu tartışılmaktadır. İnsan olmayan hayvanlardaki duygulara referans olan felsefi edebiyatta eksik olan şey, duygunun doğasına dair bazı özel durumları ve duyguların insan doğasının nitelendirilmesinde oynadığı rolü açıklama ve savunma çabasıdır. Ben burada bazı duygu analizlerinin diğerlerinden daha inandırıcı olduğunu savunuyorum. Bu nedenle, insanların ve insan olmayanların duyguları paylaşması tezi, şimdiye kadar geçerliliği kabul edilmiş olanın yerine ele alınması daha zor bir durum olabilir.”

Moussaieff Masson ve McCarthy de benzer bir görüşü ifade ediyorlar:

"Duygu çalışması saygın bir alan iken, bu çalışmaları yapanlar çoğunlukla çalışmalarını insan duyguları ile sınırlı tutan akademik psikologlardır. Standart referans çalışma Hayvan Davranışları için Oxford El Kitabı (The Oxford Companion to Animal Behavior), hayvan davranışçılarına şu yaklaşımda bulunmaktadır: Davranış üzerinde çalışma yapmayı tavsiye etmek, herhangi bir duyguyu vurgulamaya çalışmaktan daha iyi bir durumdur. Duygunun yorumlanması ve çok anlamlılığı ile ilgili olarak önemli bir belirsizlik ve zorluk söz konusudur: Bir hayvan, bazı hareketler yapabilir veya sesler çıkarabilir ve vücudu hasar gördüğünde özel bir yolla belli beyinsel ve kimyasal işaretler ortaya koyabilir. Ancak bu, hayvanların bizler gibi acı çektiğinin işareti midir, yoksa yalnızca belli uyarıcılarla belli bir şekilde hareket etmeye programlandıkları anlamına mı gelmektedir? Prensipte benzer sorular, bir hayvanla (insan dâhil) ilgili herhangi bir faaliyete yönelik olarak sorulabilir. Birçok bilim adamı, (hayvanlarda ve insanlardaki) tüm duygu ve bilişselliği tamamen mekanik bir temel üzerinden ele almaktadır.”

Bilinç ve akıl ile ilgili felsefi sorular nedeniyle birçok bilim adamı, hayvan ve insan duygularını incelemekten uzak durmuştur ve bunun yerine sinirbilimi üzerinden ölçülebilir beyin fonksiyonları üzerinde çalışmalar yapmıştır.

Darwin’in yaklaşımı

Charles Darwin, ilk başta The Descent of Man isimli kitabında duygu üzerine bir bölüm eklemeyi planlamıştı ama fikirleri geliştikçe, onları The Expression of the Emotions in Man and Animals kitabında geniş bir şeklinde ortaya koydu. Darwin, duyguların uyarlanabilir olduğunu ve iletişimsel ve güdüsel bir fonksiyona hizmet ettiğini açıkladı ve duygusal ifadeleri anlamada yararlı olan üç prensip belirtti: İlk prensip, Kullanışlı Alışkanlıklar Prensibi, yararlı olan duygusal ifadelerin nesilden nesile aktarılacağını ileri sürerek Lamarckiyen görüşü destekler. İkinci prensip, Antitez Prensibi, bazı ifadelerin sadece yararlı olan ifadelerin karşıtı olmaları nedeniyle var olduklarını ileri sürer. Üçüncü prensip, Vücutta Uyarılmış Sinir Sisteminin Doğrudan Eylemi Prensibi ise sinirsel enerji sınırı aştığında ve serbest kalması gerektiğinde, duygusal ifadenin ortaya çıktığını belirtir.

Darwin, duygusal ifadeyi içsel bir durumun dışa iletimi olarak görmüştür ve bu ifadenin biçimi çoğunlukla durumu, orijinal uyarlanabilir kullanımının ötesine taşır. Örneğin Darwin, öfkeyle küçümseme durumunda insanların genellikle köpek dişlerini gösterdiğini söylemekte ve bunun, insan atalarının saldırma eylemi sırasında muhtemelen dişlerini kullandığı anlamına geldiğini iddia etmektedir.

Anekdotsal yaklaşım

Hayvanlardaki duygulara dair kanıt, öncelikli olarak düzenli biçimde evcil veya tutsak hayvanlarla ilişki hâlinde olan bireylerden alınan anekdotlardan ibaret olmuştur. Hayvanların duygulara sahip olmasıyla ilgili eleştiriler, insana benzetmenin, gözlemlenen davranışların yorumlanmasında motive edici bir faktör olduğunu sıklıkla belirtmektedir. Tartışmanın çoğuna, duyguları tanımlama zorluğu ve hayvanlar için insanlara benzer bir yolla duyguları deneyimlemede gerekli olduğu düşünülen kavramsal gereklilikler neden olmaktadır. Sorun, hayvanlardaki duyguları test etmenin zorlukları yüzünden tartışmaya daha açık hâle gelmektedir. İnsan duyguları hakkında bilinenler, neredeyse tamamen insan iletişimi ile ilgilidir.

Bilimsel yaklaşım

Son yıllarda bilim camiası, hayvanlarda duygu olduğu fikrine giderek daha çok destek vermektedir. Bilimsel yaklaşım, duyguları deneyimlemede insanlar ve insan olmayan hayvanlar arasındaki psikolojik değişim benzerliklerine dair bir anlayış geliştirmiştir.

Hayvan duyguları ve bunun ifadeleri üzerine çoğu destek, Darwin'in ileri sürdüğü gibi uyarlanabilir bir yolla harekete geçme süreçleri ile gerekçelendirilebilmeleri yerine, hissedilen duyguların önemli bilişsel süreçlere gereksinim duymadığı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hayvanlarda duygu çalışmaları ile ilgili geçmiş girişimler, deneysellik ve bilgi toplamada yeni yorumlara yol açmıştır. Profesör Marian Dawkins, duyguların fonksiyonel veya mekanik temelde incelenebileceğini ileri sürmüştür.

Fonksiyonel

Fonksiyonel yaklaşımlar, duyguların insanlarda ne gibi roller oynadığının anlaşılmasına ve bu rollerin insan olmayan hayvanlarda incelenmesine dayanır. Duyguların fonksiyonel bağlamda gözden geçirilmesinde yaygın olarak kullanılan yapı, duygulara dair üç aşamanın olduğunu gören Oatley ve Jenkins tarafından ortaya konulmuştur: (i) Özel bir amaçla ilgili olarak bir olayın bilinçli veya bilinçsiz ölçümüne dair değerlendirme. Amaç doğrultusunda ilerleme sağlanırken duygu pozitif, amacın engellendiği durumlarda ise duygu negatif olur. (ii) Duygunun bir veya birkaç eyleme öncelik verdiği ve diğer eylemlere ara verecek veya onlarla rekabete girecek şekilde aciliyet tanıyabildiği durumlarda eylem için hazır olma. (iii) Fizyolojik değişimler, yüz ifadesi ve davranışsal eylem. Ancak yapı, çok geniş olabilir ve tüm hayvanlar alemini ve bazı bitkileri kapsamak için kullanılabilir.

Mekanik

İkinci yaklaşım olan mekaniksel yaklaşım, duyguları yönlendiren ve insan olmayan hayvanlardaki benzerlikleri araştıran mekanizmaların incelenmesini gerektirir.

Mekaniksel yaklaşım, kapsamlı olarak Paul, Harding ve Mendl tarafından değerlendirilir. Konuşamayan hayvanlarda duyguya dair çalışmalar yapmanın zorluğunu fark eden Paul ve diğerleri, bunu daha iyi incelemek üzere olası yöntemler ortaya koyarlar. Paul ve diğerleri, insandaki duygu ifadelerinde işleyen mekanizmaları gözlemleyerek, insan olmayan hayvanlarda benzer mekanizmalar üzerindeki yoğunluğun, hayvan deneyimine dair açık kavrayışlar sağlayabildiğini ileri sürmektedirler. İnsanlardaki bilişsel ön yargıların duygusal duruma bağlı olarak çeşitlilik gösterdiğine işaret etmekte ve hayvanlarda duygu incelemesinde bunun bir başlangıç noktası olduğunu iddia etmektedirler. Araştırmacıların, eğitimli hayvanlarda belirli duyguları uyandırmak üzere özel anlamı olan kontrollü uyarıcıları kullanabileceklerini ve insan olmayan hayvanların hangi temel duygu tiplerini deneyimlediklerinin değerlendirmesini yapabileceklerini ileri sürmektedirler.

Bilişsel ön yargı testi

Bilişsel bir ön yargı, diğer hayvanlar ve durumlarla ilgili çıkarımların mantığa aykırı olabildiğine dair öne sürülen görüşteki bir sapma biçimidir. Bireyler, algılarından hareketle kendi "öznel sosyal gerçekliklerini" yaratırlar. Burada, iyimserliğin veya kötümserliğin göstergesi olarak kullanılan "Bardağın yarısı boş mu, dolu mu?" sorusuna atıfta bulunulur. Bunu hayvanlarda test etmek için bir hayvan, örneğin hayvan tarafından kola basıldığında şiddetle arzulanan bir yiyeceğin gelmesi gibi pozitif bir olayın öncesinde 20 Hz ses çıkaran bir A uyarıcısını algılama konusunda eğitilir. Aynı hayvan, örneğin kola basıldığında lezzetsiz bir yiyeceğin gelmesi gibi negatif bir olayın öncesinde 10 Hz ses çıkaran bir B uyarıcısını algılama konusunda da eğitilir. Sonra bu hayvan, 15 Hz ses çıkaran bir C uyarıcısı ile test edilir ve hayvanın pozitif veya negatif ruh hâlinde olduğunu gösterir şekilde pozitif veya negatif ödülle ilişkili olan kola basıp basmadığı gözlemlenir. Kullanılan hayvanın türü gibi çeşitli faktörler, bu testte etkili olabilir.

Bu yaklaşım kullanılarak, elle tutulan veya gıdıklanan sıçanların ara uyarıcıya farklı yanıtlar verdikleri bulunmuştur: Gıdıklanan sıçanlar çok daha iyimser davranmıştır. Bilim adamları, "ilk defa, doğrudan ölçülen pozitif etkili bir durum ile bir hayvan modelinde belirsizlik altında verilen karar arasında bir bağ" ortaya koyduklarını ileri sürmektedirler.

Bilişsel ön yargılar; sıçanlar, köpekler, makaklar, koyunlar, tavuklar, sığırcık kuşları ve bal arıları gibi farklı türler üzerinde ortaya konulmuştur.

Psikoaktif ilaçlarla kendi kendini tedavi etme

İnsanlar; depresyon, anksiyete, korku ve panik gibi çeşitli duygusal veya ruhsal bozukluklar yaşayabilmektedir. Bu bozuklukların tedavi edilmesi için bilim adamları anksiyolitikler (kaygı dindiriciler) gibi çeşitli psikoaktif ilaçlar geliştirdiler. Bu ilaçların çoğu, birtakım laboratuvar türleri kullanılarak geliştirildi ve test edildi. Testlerde kullanılan hayvanların bu duyguları deneyimlediklerini inkâr edip bu ilaçların insan duygularının tedavisinde etkili olduğunu kabul etmek, çelişkili bir durumdur.

Standart laboratuvar kafesleri, farelerin yüksek güdülenmeye sahip oldukları bazı doğal davranışlarını sergilemeleri için uygun değildir. Bunun sonucu olarak, laboratuvar fareleri zaman zaman depresyon ve anksiyete gibi duygusal bozuklukların belirtisi olan anormal davranışlar gösterir. Mutluluğu arttırmak için bu kafeslere bazen yuva yapım malzemeleri, korunaklar ve döner çarklar yerleştirilir. Sherwin ve Ollson, kafeslere bu tip malzemelerin eklenmesinin, insanlarda anksiyetenin tedavisi için yaygın olarak kullanılan Midazolam tüketimini azaltıp azaltmadığını test ettiler. Standart kafeslerdeki farelere ve içerisine çeşitli gereçler konulmuş kafeslerdeki farelere hem normal su hem de Midazolam karıştırılmış su verildi. Standart kafeslerdeki farelerin, anksiyeteyi çok daha fazla deneyimlediklerini gösterir şekilde, kaygı dindirici ilacın olduğu sudan diğer farelere göre daha yüksek oranda içtikleri görüldü.

İğsi nöronlar

İğsi nöronlar, özel hücrelerdir ve insan beyninde çok sınırlı üç bölgede bulunurlar: Anterior singulat korteks, frontoinsular korteks ve dorsolateral prefrontal korteks. Bu bölgelerin ilk ikisi, insanlarda empati, konuşma, sezgi, hızlı "içsel sesler" ve sosyallik gibi duygusal fonksiyonları düzenler. İğsi nöronlar ayrıca kambur balibaların, oluklu balinaların, katil balinaların, ispermeçet balinalarının, şişe burunlu yunusların, boz yunusların, beyaz balinaların ve Afrika ve Asya fillerinin beyinlerinde de bulunmaktadır.

Balinalarda çok sayıda iğsi nöron mevcuttur ve bu nöronlar, insanlardakine göre iki kat uzun ömürlüdür. Balina beynindeki iğsi nöronların gerçek fonksiyonu henüz anlaşılamamıştır ancak Hof ve Van Der Gucht, "korteksin diğer bölümlerine doğru ve diğer bölümlerinden hızlı bilgi taşıyan bağlantılar" olma gibi bir görev üstendiklerine inanmaktadırlar. Bunları, gereksiz bağlantıları atlayarak geçen ekspres trenlere benzetmektediler; organizmaların karmaşık sosyal etkileşimler sırasında duygusal işaretler üzerine derhâl yönlenmeleri ve etki etmeleri mümkün kılınır. Fakat Hof ve Van Der Gucht, bu hayvanlarda bu gibi duyguların doğasını bilmediklerini ve büyük insansı maymunlarda veya kendimizde gördüklerimizi balinalara atfetmemizin mümkün olmadığını belirtmektediler. Duyguların insanlar ve balinalar için benzer olup olmadığını bilmemiz için daha fazla çalışma yapılması gerektiğine inanmaktadırlar.

Ses çıkarma

En azından Darwin’den beri, şempanzelerin ve diğer büyük insansı maymunların kahkaha benzeri sesler çıkardıkları bilinmektedir.

Sıçanlar üzerinde yapılan araştırmalar, belli şartlar altında basit insan mutluluğuna benzer bir pozitif duygusal durum (duygu) sergiler şekilde 50 kHz’lik ultrasonik sesler çıkardıklarını ortaya koymuştur; bu sesler, “kahkaha” olarak değerlendirilmiştir. Sıçanlardaki 50 kHz’lik ultrasonik sesler; gıdıklama, ödüllendirici elektriksel beyin uyarımı, amfetamin enjeksiyonu, kur yapma, oyun ve agresiflik gibi hazsal uyarıcılar sayesinde benzersiz şekilde yükselir ve olumsuz uyarıcılar tarafından  bastırılır. Seslere neden olan tüm pozitif uyarıcılar arasında insanlar tarafından gıdıklanma, en yüksek orana yol açmaktadır.

Ev kedilerindeki mırlama gibi bazı seslerin; anne yavru etkileşimleri, tanıdık eşlerle yakınlaşmalar veya yuvarlanma ve sürtünme olaylarındaki gibi cansız nesnelere temas etme şeklinde, pozitif etki durumlarında ortaya çıktığı gayet iyi bilinmektedir. Dolayısıyla mırlama, genel olarak kedilerde bir “keyif” belirtisi olarak düşünülebilir.

Koyunlarda kalın sesli melemeler, bazı pozitif değer durumları ile ilişkilendirilmiştir zira bu sesler, kızışmış bir dişi yaklaşırken erkekler tarafından ya da kuzularını emziren ve onların bakımlarını yapan anneler tarafından çıkarılır.

Eleştiriler

Hayvanların duygu deneyimlediği görüşü zaman zaman delil yetersizliği nedeniyle reddedilmektedir ve hayvan aklı fikrine inanmayan kimseler çoğunlukla, bireylerin bakış açılarında antropomorfizmin (insana benzetme) rol oynadığını iddia etmektedirler. Hayvanların duygu deneyimleme kapasitesine sahip olduğunu reddedenler, hayvan duygularını doğrulayan çalışmalardaki tutarsızlıklara atıfta bulunurlar. Duygunun doğrudan iletiminin olmaması ile birlikte, hayvanlarda duygu tespitinin yapılmasındaki zorluk, ağırlıklı olarak insan deneklerden elde edilen sonuçlara dayanan deneylerle giderilmeye çalışılmaktadır.

Hayvanlarda duygu kavramına karşı çıkan kimseler, duyguların evrensel olmadığını öne sürmektedirler. Eğer duygular evrensel değilse bu, insan ve hayvan duygusu arasında filogenetik bir ilişki olmadığını göstermektedir. Hayvan duygusunun destekçileri tarafından çizilen ilişki, sonrasında yalnızca uyarlanabilirliği destekleyen ama insan duygusu yapılarının karmaşıklığını içermeyen mekanik hatlar şeklinde kalacaktır. Böylelikle sosyal bir yaşam biçimi, temel duyguların karmaşık duygular hâline gelmelerinde bir rol oynayabilir.

Darwin, yaptığı bir araştırma yoluyla insanların evrensel duygu ifadeleri sergilediği sonucuna ulaşmış ve hayvanların da belli bir seviyede bu ifadelere sahip olduğunu ileri sürmüştür. Darwin’in sonuçları, bulguların yanlış yorumlandığını düşünen kimselerce eleştirilmiştir. Sosyal yapılandırmacılar, duyguların evrensel olduğu düşüncesine karşı çıkarlar. Diğerleri ise duygu ifadelerinin ve duyguların evrensel olduğunu ama karşılıkların kültürel olarak geliştiğini ileri sürerek bir ara duruş sergilerler. Elfenbein ve Ambady tarafından yapılan bir çalışma, belli bir kültür içerisindeki bireylerin birbirlerinin duygularını anlamada daha başarılı olduklarını ortaya koymuştur.

Örnekler

Primatlar

Primatlar, özellikle de büyük insansı maymunlar, empati deneyimleme ve zihin kuramı konularında adaydır. Büyük insansı maymunlar, karmaşık sosyal sistemlere sahiptir; genç bireyler ve onların anneleri, birbirlerine güçlü bağlarla bağlıdır ve bebek bir şempanze veya goril öldüğünde, annesinin onu birkaç gün boyunca taşıması sık rastlanan bir durumdur. Jane Goodall, şempanzelerin yas tutma davranışı sergilediklerini tanılamıştır. İşaret dilini kullanmak üzere eğitilen goril Koko’nun, yakın dostu kedi All Ball öldüğünde üzüntü belirten sesler çıkardığı belirlenmiştir.

Bu gibi sistematik olmayan kanıtların ötesinde empatik tepkiler konusunda destek, makaklar üzerinde yapılan deneysel çalışmalardan elde edilmiştir. Makaklar, kendilerine yemek gelmesini sağlayan ancak aynı zamanda bir arkadaşlarını elektrik şokuna maruz bırakan bir zinciri çekmeyi reddetmiştir. Türdeşlerinin acı çekmesini önlemeye yönelik bu davranış, insanlardaki empatiyi andırır şekilde, tanıdık olmayan makaklardan ziyade tanıdık olanlar arasında daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır.

Bundan başka, şempanzelerdeki teselli etme davranışı üzerinde araştırmalar yürütülmüştür. De Waal ve Aureli, olayla ilgisi olmayan bireylerin, başta daha yoğun şekilde tepki verenlere yönelik olmak üzere teselli etme (Örneğin temas kurma, sarılma, bakım uygulama vs.) yoluyla ilgili bireylerin üzüntüsünü gidermeye çalıştıkları bulgusuna ulaşmışlardır. Araştırmacılar, insansı maymunlar ile diğer maymunlar arasındaki muhtemel empati farklılıklarını gösterir şekilde, aynı gözlemleme protokollerini kullanarak diğer maymunlarda bu sonuçları elde edememişlerdir.

Diğer çalışmalarda ise büyük insansı maymunlardaki duygusal süreçler üzerine odaklanılmıştır. Özellikle şempanzelere, hoşa gitmeyen veteriner uygulamaları veya güzel yiyecekler gibi duygusal anlamlar barındıran video klipler izletilmiş ve bu sahneler ile türe özgü iki özel yüz ifadesi eşleştirilmeye çalışılmıştır: “Mutlu ifade” (oyuncu bir yüz) veya “üzgün ifade” (engellenme ya da hüsran sonucu görülen diş gösterme ifadesi). Şempanzeler, klipleri izlerken içerdikleri anlamlara göre doğru yüz ifadeleri sergilemiştir ki bu durum, yüz ifadelerinin duygusal anlamlarını anladıklarını göstermektedir. Ölçülen vücut sıcaklıkları da kliplerin şempanzeleri duygusal açıdan etkilediğini ortaya koymuştur.

Kemirgenler

1998 yılında Jaak Panksepp, tüm memelilerin duygusal deneyimler yaşama kapasitesine sahip beyinlerle donatıldıklarını ileri sürmüştü. Sonrasında, bu iddiayı desteklemek amacıyla  kemirgenler üzerinde çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmaların birinde sıçanların, türdeşlerinin sıkıntılarını gidermeye çalışıp çalışmadıkları incelenmiştir. Sıçanlar, bir türdeşlerine görsel bir işaretle yönlendirilmiş elektrik şoku verilmesini önlemek üzere bir kola basma konusunda eğitildi. Sonrasında, ya bir türdeşlerinin ya da strafor bir nesnenin yukarı kaldırıldığı ve kola basılması sonucunda aşağı indirildiği bir durum için test edildiler. Türdeşlerinin acı çekmesini deneyimlemiş sıçanlar, acı çeken türdeşinin acısını hafifletme konusunda kontrol grubundaki sıçanlara göre on kat fazla tepki gösterirken, deneyim yaşamamış sıçanlarda bu oran üç katta kalmıştır. Bu durum, empati ile ilişkili bir olgu olarak, sıçanların bir türdeşlerinin acısını azaltmada aktif olarak rol oynayacaklarını göstermektedir. Maymunlar için tasarlanmış benzer deneylerde de kıyaslanabilir sonuçlar elde edilmiştir.

Langford ve diğerleri, sinirbilimi temelli bir yaklaşımı kullanarak kemirgenlerdeki empatiyi araştırdı. Elde edilen sonuçlar: 1) Eğer iki fare birlikte acı çekiyorsa, bireysel çekilen acıya nazaran acı belirten davranışı çok daha yüksek seviyelerde sergilerler. 2) Eğer fareler birlikte farklı seviyelerde acı çekiyorsa, her bir farenin davranışı sosyal partneri tarafından deneyimlenen acı seviyesine göre değişiklik gösterir. 3) Tehlikeli bir uyarıcıya karşı hassaslık, acı verici uyarıcıya maruz kalan farenin yanında onun acı çektiğini gören fare tarafından aynı derecede deneyimlenir. Çalışmayı yürütenlere göre, başka bir fare tarafından sergilenen acıya karşı verilen bu tepki, ayrıca domuzlarda da rapor edilen ve empatiyle ilişkili bir olgu olarak duygusal etkilenmenin göstergesidir.

Kemirgenlerin, bir türdeşlerinin acı çekmesiyle ilişkilendirilmiş bir şartlı uyarıcıya, sanki bir şartsız uyarıcıyla doğrudan deneyim yaşamış bir çiftmişçesine tepki verebildiklerini gösteren bazı çalışmalar da yapılmıştır. Bu çalışmalar, kemirgenlerin empatiyle ilişkili bir durum olarak duygu paylaşımında bulunma kapasitesine sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Kuşlar

Marc Bekoff, The Emotional Lives of Animals isimli kitabında, inancı doğrultusunda hayvan davranışı biçimlerinin, hayvanların duygu deneyimleyebildiğine dair kanıt olduğunu belirtmiştir. Aşağıda, kitabından bir alıntı yer almaktadır:

“Birkaç yıl önce arkadaşım Rod ve ben; Boulder, Kolorado civarında bisiklet sürüyorduk ki beş tane saksağan arasında yaşanan çok ilginç bir olaya tanıklık ettik. Saksağanlar esasen kargadır; çok akıllı bir kuş familyasının üyesidirler. Bir saksağana araba çarpmıştı ve yolun kenarında ölü şekilde yatıyordu. Diğer dört saksağan da onun etrafında duruyordu. Bir tanesi ölünün yanına yaklaştı, onu -tıpkı bir filin diğer bir filin gövdesine hortumunu sürtmesi gibi- hafifçe gagaladı ve geri çekildi. Diğer bir saksağan da aynısını yaptı. Bir başkası havalandı, kısa süre sonra bir miktar çimenle geri döndü ve bunu ölünün yanına koydu. Diğer bir saksağan da aynen böyle yaptı. Dört saksağan, bir süre hareketsiz durdular ve sonrasında teker teker havalanıp uçtular.”

Daha sonraki gözlemsel çalışmalarda Orlaith ve Bugnyar, kuzgunlardaki tanık olma yakınlığını keşfetmeyi amaçlamışlardır. Tanık olma yakınlığının, tanığın kurbanı teselli etmeye ve onun sıkıntısını hafifletmeye çalışması şeklindeki bir empati ifadesi olduğuna inanılmaktadır. Orlaith ve Bugnyar, kuzgunlardaki çatışma sonrası davranışları incelediklerinde, tanık olma yakınlığı (Örneğin yan yana durma, tüy bakımı veya gaga-gaga ya da gaga-vücut teması...) ve ayrıca kurbandan tanığa doğru çatışma sonrası yakınlığı şeklindeki istenen tanık olma yakınlığı için güçlü kanıtlar olduğu bulgusuna ulaştılar. İstenen tanık olma yakınlığının, kurbanlara karşı yeni bir saldırgan tutum olasılığının azaltılması için olduğu düşünülmektedir. Araştırmacılar, kuzgunlar arasında bireylerin duyguları açısından bir hassasiyet olduğu sonucuna varmışlardır. Ancak bu çatışma sonrası etkileşimlerinin sıklığı ve fonksiyonunda, aradaki ilişkinin kalitesinin önemli bir rol oynadığı dikkate alınmalıdır. Daha spesifik olarak, hem tanık olma yakınlığında hem istenen tanık olma yakınlığında yer alan tanıklar, kurbanla muhtemelen değerli bir ilişki paylaşımındadır. Bu durum da empatik davranışların oluşmasını etkileyen sosyal paydaşlar arasındaki yakınlığın derecesiyle şekillenir şekilde, insanlarda ve primatlarda görülen empatiye ilişkin bulgulara benzemektedir.

Köpekler

Bazı araştırmalara göre ev köpekleri, belli kronik ve akut psikolojik durumların eşdeğerleri dâhil olmak üzere, insanlarınkine çok benzer negatif duyguları deneyimleyebilmektedir. Bu bulguların çoğu, Martin Seligman’ın depresyon konusundaki ilgisinin devamı olarak ele aldığı öğrenilmiş çaresizlik teorisi üzerine yaptığı çalışmalardan elde edilmiştir:

Önceden bir sesli uyarıcıyla ilişkilendirmek üzere kaçınılmaz elektrik şoklarıyla şartlandırılmış bir köpek, tüm yapması gereken on saniye içerisinde alçak bir platformun üzerinden atlamak olsa bile, uyarının verilmesinin ardından elektrik şoklarından kaçmayı denememiştir. Köpek, “acı verici uyarıcıdan” kaçınmaya çalışmamıştır bile çünkü önceden şoka maruz kalma olasılığını azaltabilecek herhangi bir şey “öğrenmemiştir”. Bir sonraki deneyde, koşum takılı üç köpek yer almıştır; diğerleriyle aynı yoğunlukta ve uzunlukta elektrik şokuna maruz kalmış bir köpek, kontrol imkânı verecekmiş gibi görünen bir kolla ilişkilendirilmiş ama bu kol, bağlantısız bırakılmış ve hiçbir işe yaramamıştır. İlk iki köpek, deneyin etkilerini çabucak atlatırken, bu edinilmiş çaresizliğin bir sonucu olarak üçüncü köpek, klinik depresyonun kronik belirtilerini göstermiştir.

Daha sonra yapılan bir dizi deney göstermiştir ki insanlardakine benzer şekilde, uzun dönemli yoğun stres şartları altında köpeklerin yaklaşık üçte birinde öğrenilmiş çaresizlik veya uzun dönemli depresyon ortaya çıkmamaktadır. Bunun yerine bu hayvanlar, geçmiş deneyimlerine rağmen hoşa gitmeyen durumla başka çıkmanın bir yolunu bir şekilde bulmaktadır. İnsanlardaki özelliğe denk şekilde, durumun özel, her zaman hissedilen veya kalıcı olmanın dışında tutulduğu bir açıklayıcı tarz ve iyimser tutumla ilişkilendirildiği görülmüştür.

Bu çalışmaların ardından klinik depresyon, nevroz ve diğer psikolojik durumlarla kıyaslanabilir belirtilerin, ev köpeklerinde duygu kapsamı dâhilinde olduğu kabul edilmiştir.

Psikoloji alanındaki araştırmalar, insanların başka insanların yüzlerine bakarken, bakışın simetrik olmadığını ortaya koymuştur; bakış, karşıdaki insanın duyguları ve durumu hakkında bilgi elde etmek üzere kendiliğinden yüzün sağ tarafına doğru kaymaktadır. Lincoln Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar göstermektedir ki köpekler de bir insanla (sadece tek bir insanla ve ayrıca diğer hayvanlar ya da köpeklerle de değil) karşılaştıklarında, aynı durumu paylaşmaktadır. Esasen köpekler, primat olmayanlar arasında bunu yapabilen tek hayvandır.

Köpeklerdeki kişilik özelliklerinin varlığı ve doğası üzerinde de çalışmalar yürütülmüştür (164 farklı ırktan 15.329 köpek). Bu çalışmaların sonucunda beş tutarlı ve sabit “kısıtlı özellik” belirlenmiştir: Oyunculuk, meraklılık/korkusuzluk, ava yatkınlık, sosyallik ve agresiflik. Sonrasında utangaçlık-gözüpeklik bağlamında bir üst seviye eksen de oluşturulmuştur.

Köpeklerdeki duygular üzerine çalışmalar, manyetik rezonans görüntüleme yöntemi kullanılarak yürütülmüştür.

Kediler

Ev kedilerinin, insan bebeklerinin ağlayışlarına benzer şekilde ses çıkarma yoluyla sahiplerini yönlendirmeyi öğrenebildikleri kabul edilmiş bir durumdur. Bazı kediler, seslere ilaveten mırıltılar çıkarır ve bu şekilde ses, insanlar için daha az ahenkli ve daha uyumsuz hâle gelip, insanın duymazdan gelmesini zorlaştırır. Bazı özel kedilerse ses çıkarmayı deneme yanılma yoluyla öğrenebilir; belli bir ses, bir insandan pozitif bir karşılık bulduğunda, kedinin bu sesi ileriki zamanlarda kullanma olasılığı artar.

Hırıltı çıkarma, insanlardakine benzer şekilde bir rahatsızlık veya korku ifadesi olabilir. Rahatsız olduğunda veya kızdığında bir kedi, kuyruğunu normal bir durumdakine göre çok daha hareketli şekilde sallar. Aslanlar gibi daha iri kedilerde ise onları sinirlendiren şeyler bireyden bireye değişiklik gösterir. Bir erkek aslan, yavrularının yelesiyle veya kuyruğuyla oynamalarına izin verirken, bir diğeri bu durumda tıslayabilir ve patisiyle onlara vurabilir. Erkek ev kedileri de aile üyelerine karşı farklı tutumlarda bulunabilir; örneğin daha yaşlı erkek kardeşler, gençlerin veya yeni yavruların yakınlarında olmak istemeyebilir ve hatta onlara karşı düşmanca tutum sergileyebilirler.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Emotion in animals

16 Ekim 2014 Perşembe

Yabancı İstilacılar, Yamuna Nehri'nin Yerel Türlerine Baskın Geliyor

Bir grup bilim adamı, Hindistan’ın kuzeyinde Ganj Nehri’nin en büyük kolu olan Yamuna Nehri’ndeki balık popülasyonları ile ilgili çalışmalar yürütmüşler ve yabancı balık türlerinin nehrin 950 km’lik bölümünde baskın hâle geldiği bulgusuna ulaşmışlardır.

Veriler, Mayıs 2011 ile Mart 2013 tarihleri arasında, on beş farklı yerden toplanmıştır. Toplamda 63 balık türü kaydedilmiştir ve bunların on tanesi yabancı istilacı türdür. Örnek toplanan yerlerin çoğunda yabancı balık türlerinin hâkimiyeti söz konusudur. Sazan, Clarias cinsi kedi balıkları ve Nil tilapiası (Oreochromis niloticus), bu istilacı türlere dâhildir.

Hindistan Ulusal Balık Genetik Kaynakları Bürosu’na göre: “Balık sayılarının azalmasının başlıca nedenleri; habitat kaybı ve parçalanması, suların azalması, sanayileşme ve özellikle de yabancı istilacı türlerin etkilerinin artmasıdır.”

Yabancı türlerin sulara “kasten veya kazara salınması”, yerel türlere zarar verme ve ekosistem süreçlerini sekteye uğratma açılarından insan kaynaklı biyoçeşitliliğin anahtar bileşeni olarak tanımlanmıştır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

Rüya Gibi Otoportreler (Lee JeeYoung)

Lee JeeYoung, muazzam sabır gerektiren ve üzerinde hiçbir dijital oynamanın yapılmadığı oldukça özenli sahneler yaratıyor. Hayal gücünün egemen olduğu dünyalar inşa etmek üzere 360 x 410 x 240 cm. ölçülerindeki küçük stüdyosunda haftalarca ve bazen de aylarca çalışıyor. Sanatçının kendisi de kurduğu setlerde her zaman yer alıyor ve böylelikle bu alışılmadık çalışmalar, bir otoportre özelliği taşıyor. Hem Lee JeeYoung'ın kişisel hayatından hem de eski Kore fabllarından ilham alınarak ortaya konan çalışmaların her biri, dramatik anlatımı pekiştiren kendi hikâyelerine sahip.

Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: ignant.de
Çevirmenin notu: Ben çok sevdiğim dört fotoğrafını seçtim, sanatçının diğer fotoğraflarına google üzerinden ulaşılabilir.
Fotoğraflar: © Lee JeeYoung

15 Ekim 2014 Çarşamba

Tropheuslar, Çok Eşli Değil

Haplochromislerin büyük çoğunluğunun aksine, Batı Afrika’daki Tanganyika Gölü’nde yaşayan Tropheus türlerinin bir defada sadece tek bir eşle birlikte oldukları, yeni bir çalışma ile ortaya konulmuştur.

Malavi ve Victoria Göllerinde yaşayan ve dişileri ağızda kuluçka yapan Haplochromisler çok eşlidir ve tek bir balık kuluçkası, çok sayıda erkek tarafından döllenmiş olabilir. Ancak yeni kanıtlar göstermiştir ki Tropheusların farklı bir üreme stratejisi bulunmaktadır ve kuluçka, sadece tek bir erkek tarafından döllenmektedir.

Avusturya’nın Graz Üniversitesi’nden bir grup biyolog, Tropheus moorii türünün kuluçkalarındaki babalık durumlarını incelemek üzere Zambiya’da Tarım, Balıkçılık ve Gıda Bakanlığı’ndan Harris Phiri ile çalıştılar; tek bir makul istisna dışında Tropheus moorii’nin tüm kuluçkalarının tek bir erkek tarafından döllendiği anlaşılmıştır ki bu durum, Rift Vadisi cichlidlerinin çoğunluğunda görülen çoklu babalığın, Tropheine cichlidlerde bulunmadığını ortaya koymaktadır.

Araştırmada Tanganyika Gölü’nden yakalanan beş Tropheus moorii grubu ve ayrıca Simochromis pleurospilus, Simochromis diagramma, Simochromis babaulti, Petrochromis fasciolatus ve Petrochromis orthogonatus dâhil olmak üzere diğer Tropheine cichlidler ve daha az yakın akraba olan Gnathochromis pfefferi ve Ctenochromis horei türleri kullanılmıştır.

Tüm Tropheus kuluçkalarında baba tek bir erkek iken, sadece tek bir Petrochromis fasciatus kuluçkasında yavrulara iki farklı erkek babalık yapmıştır.

Bilim adamları, cinsel seçilimleriyle kendi içlerinde çeşitlilik yaşıyormuş gibi görünen Haplochromislere nazaran Tropheusların sıra dışı olduklarına inanmaktadırlar.

Tropheuslar, 5 ila 20 büyük yumurtaya sahip olarak Haplochromislere göre çok daha küçük yumurta öbekleri oluşturur; bu öbek, yavrular kendilerini koruyacak büyüklüğe erişene kadar bir aydan fazla süre boyunca dişinin ağzında tutulur.

Tropheuslar ayrıca cinsel açıdan monokromatiktir (tek renkli), yani erkekler ve dişiler neredeyse birbirinin aynısıdır. Bu durum, cinsel seçilimin, erkekleri parlak renklere ve dişileri donuk bej renge sahip olan birçok Haplochromis gibi dikromatik (iki renkli) türlerden farklı şekilde gerçekleştiği anlamına gelmektedir.

Bilim adamlarına göre: “Sosyal yönden tek eşli bir yapıya erkek üreme değişkenini getirecek olan eş dışı döllenmelerin olmaması, dişinin eş seçiminin belirlenmesinde bölge büyüklüğünün ve/veya kalitesinin erkek morfolojisi üzerindeki geçerliliği, erkeklerin yumurtaların döllenmesine ilaveten üremeye yaptıkları katkı ve erkeklerin ve dişilerin cins grubundaki cinsel tek renkliliğin temelini oluşturan benzer sosyal rolleri, Tropheus moorii’yi diğer birçok Haplochromisten ayrı tutmakta ve Malavi ve Victoria Göllerindeki Haplochromini yayılımı için ortaya atılan hipotezden farklı olarak, cinsel seçilimin Tropheus çeşitliliğinde oynadığı önemli rolü ortaya koymaktadır.”


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

13 Ekim 2014 Pazartesi

Afrika'nın Plastik Şişeden İlk Evi, Nijerya'da İnşa Edildi

Nijerya’da barınma amaçlı ev sıkıntısı ve sokaklardaki plastik şişe bolluğu ile birlikte, bir sivil toplum kuruluşu olan Development Association for Renewable Energies (DARE) (Yenilenebilir Enerjiler Geliştirme Birliği) tamamen plastik şişelerden oluşan bu iki odalı harika bungalovu inşa etme kararı aldı. Ev, kurşun ve ateş geçirmez ve depreme dayanıklı yapıda ve yıl boyunca 18°C oda sıcaklığını sürdürülebilir kılıyor.

Yüzlerce plastik şişe, kumla dolduruldu ve sonrasında boyun kısımlarından karmaşık bir ip ağı ile birbirlerine bağlandılar. Şişeler, uygun şekilde dizilip sonrasında çamur ve çimento karışımıyla bastırılarak sıkıştırıldı ve DARE burada cüruf briketinden daha dayanıklı bir inşa malzemesi oluşturulduğunu iddia ediyor.

Bungalovun 58 metre karelik duvarından uzanan çok renkli şişe kapakları, aksi hâlde kasvetli gibi görünecek olan binaya renklilik katar şekilde hoş bir bina yüzü oluşturmaktadır. DARE, Londra merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan African Community Trust’tan yardım almıştır ve gelecekte benzer binalar yapma ümidini taşımaktadır. Bu projenin sadece barınma sıkıntısının azaltılmasında değil, ayrıca çevre kirliliğiyle mücadelede de etkili olma potansiyeli bulunmaktadır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: inhabitat.com

8 Ekim 2014 Çarşamba

Balık Üreme Şekilleri

Dünyadaki balıkların büyük çoğunluğu yumurtlayarak ürer ama ayrıca canlı doğuran türler de vardır. Yumurtlayarak üreyen türlerde dış döllenme gerçekleşirken, canlı doğuranlarda döllenme içeride olur. Ebeveynlerin yavrularına karşı tutumları ise balık türleri içerisinde çok çeşitlilik gösterir. Bazı türler yavrularına aşırı bağlı olurken, diğerleri yavrularını anında terk edebilir ve daha da kötüsü onları yiyebilirler bile! Ebeveyn bakımı ayrıca aynı türün farklı bireyleri / kolonileri için de değişkenlik gösterebilir.

Canlı doğurma: Canlı doğuranlar, yavrularını serbest yüzer hâlde dünyaya getirir. Başta lepistes olmak üzere birçok canlı doğuran tür, akvaryumlarda yaygın olarak beslenir. Yumurtalar henüz dişinin içindeyken erkek tarafından döllenir ve buna iç döllenme adı verilir. Bu türlerde erkek balığın anal yüzgeci üreme organı şeklinde gelişmiştir ve bu organa gonopod denir. Döllenmeden sonra yumurtalar dişi balığın içinde gelişir ve çatlar. Yavru balık doğduğunda erişkin balığın bir minyatürü gibidir ama bazen ebeveynlerin renklerinden yoksun hâlde olur. Bazı türlerde dişi balık girdiği tek bir ilişki sonrasında spermleri depo edebilir ve bunlar tekrar tekrar doğum için kullanır. Bu, erkek balığın bulunmadığı bir akvaryumda dişilerin doğum yapabilmesini açıklayıcı bir durumdur.

Yumurta saçma: Yumurta saçıcı türler doğada çoğunlukla hızlı akıntılı sularda yaşar. Dişi balık, yumurtaları bırakır, erkek balık döller ve sonrasında yumurtalar akıntı tarafından sürüklenir. Akvaryumda ise balıklar çoğunlukla kendi yumurtalarını / yavrularını yiyecektir. Yumurta saçıcı türleri (örn. Zebra danio) üretmeyi düşünüyorsanız, yumurtaları ebeveynlerden korumak zorundasınız. Akvaryumun zeminine bilyeler dizebilir ve su seviyesini düşük tutabilirsiniz. Yumurtalar batacaktır ve su seviyesi az ise çabucak zemine ulaşıp bilyeler arasında korunaklı kalacaklardır. Bilyelerin büyük olması, yumurtalardan çıkan yavruların yeterli büyüklüğe ulaşana kadar rahat hareket etmesi açısından iyi olur. Bazı üreticiler, erişkin balıkların geçemeyeceği şekilde akvaryumun dip kısmına bir tül gerer ancak bu uygulamada tüldeki boşlukların yumurtaların geçebileceği kadar geniş olması gerekmektedir.

Yumurta dizme: İki tip yumurta dizici vardır: Açık yumurtlayanlar ve saklı yumurtlayanlar. Açık yumurtlayanlar yumurtalarını saklamaz; bu türler genellikle yumurtalarını düz bir kayaya, akvaryumun zeminine veya düz yapraklı akvaryum bitkilerinin üzerine dizer. Bazıları ise zeminde bir krater oluşturur ve yumurtaları bu kraterin içine koyar. Saklı yumurtlayanlar ise yumurtalarını kovuk, yarık vb. korunaklı yerlere dizer. Bu türler akvaryumda testi, salyangoz kabuğu veya Hindistan cevizi kabuğu gibi dekorların bulunmasından hoşlanacaktır. Bu iki tipten her ikisi de yumurtalarını dizmeden önce o bölgeyi temizler; çoğunlukla yumurtalarını korurlar ve onları temiz tutarlar. Birçok yumurta dizici tür, yavrular yumurtadan çıkmadan önce yumurtaları daha temiz bir yere taşıyabilir. Birçoğunun ayrıca yavrularını koruduğu bilinmektedir ve çoğunlukla yavruların bir süre ebeveynlerle bir arada kaldığı görülür.

Yuva yapma: Yuva yapma yöntemi esasen yumurta dizme yönteminin farklı bir şeklidir. Yuva yapıcılar, baloncuklarla yuva oluşturur ve yumurtaları bunun içine koyarlar. Yuva, erkek balığın salyalarıyla baloncuk yapıp bunları biriktirmesiyle hazırlanır ve çoğunlukla bu yuvanın içeriğinde bitki dokuları bulunur. Yumurtalar dişi tarafından bırakıldığında erkek balık onları özenle toplayıp yuvanın içine yerleştirir. Bazı türlerde yumurtaları toplama işini dişi balık üstlenir. Bazı türlerde ise yumurtlama şekline bağlı olarak yumurtalar kendiliğinden yuvanın içine toplanır.

Ağızda kuluçka yapma: Ağızda kuluçka yapanlar da bir tip yumurta dizicidir ama yumurtalar / yavrular ebeveynlerin ağzında korunur. Yumurtalar, erkek veya dişi balık tarafından ağza alınmadan önce çoğunlukla bir yere dizilir ve erkek tarafından döllenir; bazı türlerde ise erkek balık yumurtaları dişinin ağzındayken döller. Bir kısım ağızda kuluçka yapan türde sadece yumurtalar ağızda taşınır ve çatlayan yumurtalardan çıkan yavrular dışarı tükürülür. Diğer bir kısımda ise yumurtalar yumurtlama yerinde korunur ve yumurtadan çıkan yavrular ağza alınır. Bazılarında ise hem yumurtalar hem yavrular ağızda taşınır. Yavrular ağızdan bırakıldıktan sonra herhangi bir şeyden korktuklarında tekrar ebeveynlerin ağzına girebilir veya gece boyunca ağzın içinde uyuyabilirler.

Yumurta gömme: Yumurta gömücüler, kurak ve yağışlı mevsimlerin görüldüğü yerlerde yaşar. Yağışlı mevsim boyunca yumurtalar çamurun içinde derinde bir yere dizilir, kurak mevsim boyunca da orada kalırlar. Yağışlı mevsim yeniden başladığında su, yumurtaların çatlamasını tetikler ve yavrular yumurtalardan çıkar. Ebeveynler yumurtalarını / yavrularını korumaz. Eğer yumurta gömücü bir türü akvaryumda üretmek istiyorsanız, kurak ve yağışlı dönemleri taklit edecek şekilde bir düzenleme yapmanız gereklidir. İçi torf dolu bir kap ayarlanarak balığın buraya yumurtlaması sağlanabilir ve sonrasında bu kap sudan çıkarılarak birkaç ay boyunca kuru mevsimi taklit edercesine bir dolapta muhafaza edilebilir. Torf tekrar suya konulduğunda yumurtalar çatlayacaktır ve sonrasında yavru bakımı başlatılabilir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: aquaticcommunity.com