15 Şubat 2015 Pazar

Yeni Bir Araştırma, Dikenli Vatozun Etkisini Ortaya Koyuyor


Brezilyalı bilim adamları, tatlı su dikenli vatozlarının (stingray) neden denizlerdeki benzerlerine göre çok daha zehirli olduğunu gösteren bir çalışmaya imza attılar.

Deniz dikenli vatozlarının az sayıda düzgün yerleşik zehir üretici hücreleri varken; tatlı su dikenli vatozları, çok acı veren yaralar açan dikenini kaplayan zehir üretici hücrelere sahiptir.

Sao Paulo Butantan Enstitüsü Hücresel Biyoloji Laboratuvarında çalışan bilim adamları, bir grup Brezilya dikenli vatozunun dikenlerinin morfolojisini, deniz ve tatlı su dikenli vatozlarıyla karşılaştırdılar ve diken yapılarındaki bazı çarpıcı farkları ortaya koydular.

Bulguları, Toxicon dergisinde yayınlandı.

Dikenler: Birçok tür, kuyruklarının sonunda bir ila üç dikene sahiptir ve bunlar, zehir salgılayan özel epidermal (üstderisel) protein hücreleri ile kaplıdır.

Deniz türlerinde protein hücreleri sadece dikenin kenarları boyunca uzanan özel ventrolateral olukların etrafında ya da içerisinde konumlanmıştır.

Ancak tatlı su dikenli vatozlarında çok daha fazla sayıda protein salgı hücreleri bulunur ve bunlar, epiderm (üstderi) yüzeyinin tamamına dağılmıştır, dolayısıyla kurbanın derisindeki küçük bir kesikten bile zehir girişi olabilir ve derin bir yaraya ise yüksek dozda zehir etki edebilir.

Dikenli vatozlar yumuşak ve bükülgen kıkırdaktan oluşsa da dikenleri, deriyi kolayca delip yaralayabilecek şekilde mineralsi, sert ve tırtıklı yapıdadır.

Refleks: Dikenli vatozlara üst kısımlarından dokunulduğunda, çoğunlukla aniden refleks gösterirler ve kuyruklarını, dikenlerini dokunan kişiye batırabilecek şekilde sallarlar.

Dikenli vatozlar, kendilerini kum tabakasının altına gömme eğiliminde olduklarından, doğada yaşadıkları sulara giren insanlar tarafından kazara üzerlerine basılabilmektedir.

Açılan yaralarda bölgesel ağrılar, şişlikler, kızarıklıklar ve bakteriler tarafından yapılan ikincil enfeksiyonlar oluşacaktır.

Tatlı su dikenli vatozları tarafından açılan yaralar, en kötüleridir ve beraberinde çoğunlukla yaranın etrafındaki etin aşınmasına neden olan doku nekrozu görülür.

Bazı tatlı su dikenli vatozu türleri akvaryum ortamında bakılmaktadır.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

14 Şubat 2015 Cumartesi

Pakistan'ın Nehir Yunusları için Yeni Koruma Çabası

2011 yılında Pakistan’ın Indus Nehri’nde, nesli tükenme tehlikesinde olan 24 yunusun ölümü,  koruma alanı dâhilinde balıkçılığın tamamen yasaklanması tavsiyelerine neden oldu.

Sindh Vahşi Yaşam Bölümünden yetkililer, rapor edilen nehir yunusu ölümlerinin büyük çoğunluğu için suçlu gördükleri yerel balıkçıların, koruma alanı dâhilinde kimyasal madde kullanmalarından endişeliler.

210 km. uzunluğundaki koruma alanı, o dönemde 150 tane kaldığı düşünülen Indus Nehir Yunusunu (Platanista gangetica minor) koruma altına alma çabası olarak Guddu ve Sukkur Barajları arasında 1974 yılında oluşturulmuştu.

Koruma alanıyla birlikte sayılarının artmasına ve sayıları şu anda 1.000 civarında olmasına rağmen, balıkçılıkla ilgili faaliyetler yüzünden yaşanan ölümler, bu son önleme yol açtı.

Yerel olarak ‘Bhulan’ adıyla bilinen bu memeli, 2 metreden uzun olabiliyor ve neredeyse tamamen kör; küçük gözlerinin sadece ışığın yönünü ve yoğunluğunu belirleyebildiği düşünülüyor.

Bu yunus, geçmişte önemli bir sınıflandırma tartışmasının konusu olmuştu. İlk önce, yerel olarak Susu adıyla bilinen Ganj Nehir Yunusu ile aynı tür olduğu kabul edilmişti ama bu iki memeli, 1970’lerde iki farklı tür olarak ayrıldı: Ganj yunusları Platanista gangetica ve Indus yunusları Platanista minor adıyla sınıflandırıldı.

1980’lerin sonunda ise, esasen aynı türün alt türleri olduklarını ortaya koyan yeni bir araştırma ile şu anki isimlerine kavuştular: P. gangetica gangetica ve P. gangetica minor. Sonrasında bu konuda daha fazla araştırma da yapıldı ama hiçbiri, IUCN Kırmızı Listesinde ‘nesli tükenme tehlikesi altında’ ibaresiyle yer almaları hususunda henüz bu yunuslara yardımcı olamadı.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

13 Şubat 2015 Cuma

Kızıldeniz Biyotop Akvaryumu

Dave Woldenden, gittiği tatilden ilham alan bir resif akvaryumu sahibi için bazı tavsiyelerde bulunuyor.

Soru: Kızıldeniz’e yaptığım seyahat bende bu bölgede yaşayan mercanların ve balıkların bulunduğu bir akvaryum kurma fikri uyandırdı. Deniz balıklarına ve omurgasızlarına bakma konusunda deneyimliyim ve 580 litrelik bir akvaryum kullanma düşüncem var. Uygun canlılar olarak bana hangilerini önerebilirsiniz?

Ray Burns, Portsmouth, İngiltere

Cevap: Bir konsept akvaryum için, harika bir fikir gibi görünüyor ve bunun için birçok olasılık söz konusu. Özel endemik türleri elde etmek oldukça yüksek maliyetli olmasına rağmen Kızıldeniz’den akvaryum ticaretine sokulan çok sayıda balık ve omurgasız var ve bazılarını edinmek için şanslı olmak gerekiyor.

Benim için tipik Kızıldeniz balığı, nispeten kolay erişilebilen Lir Kuyruklu Anthias’tır (Pseudanthias squamipinnis) ve eğer gerçekten otantik bir Kızıldeniz görünümü isteniyorsa, biyotopun temelinde bu balığın olmasını öneririm. Bu sayede akvadizayn için geniş bir alan kalacaktır.

Akvaryumun arka planında bir kaya duvarı inşa etmek yerine, ince kumdan büyük taş parçalarına kadar çeşitli malzemeler kullanarak oldukça geniş bir kumluk alan yaratmayı öneririm. Kumluk alanın ardından, canlı kaya-mercan tepesi oluşturulabilir; sadece kayaları yığmak yerine kablolar, PVC borular ve epoksi reçine kullanarak daha ilgi çekici şeyler yaratılabilir.

Bu inşa, sistemin odak noktası olabilir ve her ikisi de Kızıldeniz’de yaygın olarak bulunan Kuş Yuvası Mercanı (Seriatopora hystrix) ve Karnabahar Mercanı (Pocillopora verrucosa) gibi SPS mercanlara yuva olabilir. Bu iki mercan türünün bakımı oldukça zordur ancak bunlara alternatif olabilecek yumuşak mercanlar da vardır; Heteroxenia fuscescens veya Anthelia ya da Sarcophyton cinslerinden mercanlar, hem hoşa gidecek canlılardır hem de bakımları nispeten daha kolaydır.

Akvaryumda altı veya daha fazla Lir Kuyruklu Anthias olabilir ama grupta sadece tek bir erkeğin olması gerekir (Cinsiyet ayrımı kolaydır: Erkeklerin sırt yüzgecinin üçüncü kılçığı uzun olur ve erkekler daha yoğun mor renklenme sergiler). Diğer uygun balıklar ise Sarı Kuyruklu Tang (Zebrasoma xanthurum) ve yine Kızıldeniz’e özgü bir balık olan Orkide Dottyback'tir (Pseudochromis fridmani).

Palyaço balıklarına ilgi duyuluyorsa, Kızıldeniz’e özgü bir çift Amphiprion bicinctus edinilebilir. Optimal su kalitesi sürdürülebilecekse, mercan tepesine bir Balon Uçlu Anemon (Entacmaea quadricolor) da yerleştirilebilir.

Daha başka birçok olasılık söz konusu ama benim önerim bu. Şahsen, gerçekten farklı bir şeyler yaratma fırsatı olduğunu da düşünüyorum; farklı ama birbirleriyle uyumlu seçimlerle çılgın bir armoni yaratma yaklaşımı da güzel sonuçlar verecektir. Ve söyledikleri gibi bazen az, daha çoktur.


Kaynak: practialfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

Sürü Balıkları, Daha Büyük Sürülerde Kendilerini Daha Rahat Hissediyor


Sürü balıklarının kendilerini en fazla büyük sürülerde rahat hissettiklerine dair yaygın bir balık bakımı bilgisi vardır ancak bu bilgi, bugüne kadar bilimsel olarak test edilmemişti.

Amelia Saxby ve bilim adamı arkadaşları, Uygulamalı Hayvan Davranışı Bilimi (Applied Animal Behaviour Science) dergisinde yayınlanan bir çalışmaya imza attılar. Çalışmada, grup büyüklüğünün davranışlara ve genel sağlığa etkisi inceleniyor ve şu dört yaygın akvaryum balığı türü yer alıyor: Melek Balığı (Pterophyllum scalare), Neon Tetra (Paracheirodon innesi), Kaplan Barb/Tetrazon (Puntius tetrazona) ve Kardinal Balığı (Tanichthys albonubes).

Bilim adamları birkaç hipotezi test ettiler:

• Grup büyüklüğü arttıkça, Neon Tetralar ve Kardinal Balıkları daha doğal davranışlar sergiler (ve genel sağlıkları da artar).
• Grup büyüklüğünün artması, Melek Balıklarını etkilemez.
• Grup büyüklüğünün artması, Tetrazonların diğer türlere karşı olan agresifliklerini azaltır ve genel sağlıklarını artırır.

Bilim adamları, deneyler için farklı sayılarda balıkları 10 litrelik akvaryumlara yerleştirdiler.

Neon Tetralar ve Kardinal Balıkları için, akvaryum başına bir, iki, beş ve on birey düşecek şekilde düzenleme yapıldı.

Melek Balıkları için akvaryum başına bir, iki, üç ve beş, Tetrazonlar içinse bir, beş ve sekiz birey kullanıldı.

Sonrasında bilim adamları, bir video kamera ile günde üç defa yirmişer dakikalık çekimler yaparak balıkların davranışlarını kaydettiler.

Bilim adamları, birkaç farklı tipte davranışı not aldılar: Ani hareket (izlenmeyi veya huzursuzluğu gösteren, bir genel sağlık düşüklüğü işareti), bitişiklik/yakınlık durumu (sürü olma davranışını ölçmek) ve beslenme gecikmesi (genel sağlık düşüklüğünü gösteren yeme karşı ilgisizlik).

Elde ettikleri verilerin istatistiksel analizinden sonra bilim adamları, Neon Tetraların ve Kardinal Balıklarının daha geniş gruplarda daha az agresiflik ve ani hareket sergiledikleri bulgusuna ulaştılar.

Sürü olma davranışı en fazla onlu gruplarda ortaya çıktı ve bilim adamları, agresiflik ve ani hareket azalışını yüksek yoğunluklu sürü olmanın bir sonucu olarak gördüler.

Melek Balıkları ve Tetrazonlar için de sürü olma eğilimi, daha geniş gruplarda arttı ama agresiflik veya ani hareket davranışının bununla bir ilgisi olduğu belirlenmedi.

Bu durumda, kullanılan grubun agresiflik azalışının oluşması için çok küçük kalmış olabileceği ihtimali üzerinde duruldu.

Bilim adamları ayrıca Neon Tetralarda, Kardinal Balıklarında ve Melek Balıklarında, grup genişledikçe beslenme gecikmesinin azaldığını buldular; bu durum Tetrazonlar için geçerli değildi.

Sonuçlar, “akvaristler arasındaki tavsiyelerle büyük ölçüde uyumlu” olarak değerlendirildi.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın
Çevirmenin notu: Çalışmada keşke daha büyük akvaryumlar da kullanılıp, daha fazla bireyin bulunduğu sürüler de oluşturulsaydı... Ancak yine de açıkça görülüyor ki balık sayısı arttıkça, bunun olumlu etkileri artıyor. Sürü balıklarıyla ilgili genel bir kural olarak, kişisel akvaryumlarımızda birey sayısını olabildiğince fazla tutmamız gerektiğini düşünüyorum.

Nadir Gobi, Akvaryum Ortamında İlk Defa Üretildi

Newquay Mavi Resif Akvaryumu’ndaki akvaristler, akvaryum ortamında ilk defa yapıldığını düşündükleri Leopar Noktalı Gobi üretimini kutladılar.

Tropikal görünümüne rağmen Leopar Noktalı Gobi (Thorogobius ephippiatus), İngiltere’nin güneybatı kesiminde yaşamaktadır ve kuzeydoğuda da popülasyonları vardır.

Kayalık alanlarda alçak su seviyesi altında, sığ yerlerde ve zaman zaman da kayalık havuzlarda bulunur. Doğada küçük kabuklularla ve diğer küçük omurgasızlarla beslenir. Modern dalış ekipmanlarının kullanılışına kadar Britanya sularında yaşadığı neredeyse hiç bilinmiyordu.

Akvaryumların ve yavruların bakımını üstlenenlerden biri olan Jenny Youngs: “Leopar Noktalı Gobi, bizim yerel türlerimiz arasında kesinlikle en göz alıcı olanlardan biri.

“Parlak desenleri, kayalık veya kumluk habitatlarıyla uyum sağlar şekilde daha silik renklere sahip olan diğer birçok gobiden daha etkileyici.

“Herhangi bir günde yumurtadan çıkabilmeleri nedeniyle, abartısız yüzlerce mikroskobik yumurtayla/yavruyla ilgileniyoruz.

“Burada Mavi Resif Akvaryumu’nda dört erişkin gobi grubumuz var ama bu onları ilk üretişimiz. Bildiğimiz kadarıyla bu tür, Birleşik Krallık’ta başka bir yerde bakılıp sergilenmiyor, dolayısıyla muhtemelen bu onun ilk üretilişi.”


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

Yellow Tanglerin Üreme Davranışına Yeni Bir Bakış

Yellow Tang’in üremesi üzerinde çalışmalar yürüten bilim adamları, üreme davranışının ilkbahar sonu ve yaz boyunca ay döngüsü ve ayın en yükseğe çıktığı zamanlar ile ilişkili olduğunu buldular.

Hawaii Üniversitesi Kooperatif Balıkçılık Araştırma Biriminden uzmanlar, üretilen yumurta sayısının ne gibi değişiklikler gösterdiğini görmek üzere bütün bir sene Yellow Tang’in (Zebrasoma flavescens) üreme davranışını araştırdılar.

Balık Biyolojisi dergisinde (Journal of Fish Biology) yayınlanan sonuçlar göstermektedir ki dişilerin en az iki ardışık günde çok sayıda yumurta üretmesi ve yumurtlaması şeklinde ortaya çıkan üreme çabası, ilkbahar sonunda ve yaz boyunca zirve yapıyor.

Çalışmada, balıkların örneklendiği zamana bağlı olarak dişiler 44 ila 24.000 yumurta taşıyorlardı. Balıklarda yaygın olduğu üzere, 8 ila 12 cm’lik küçük bireyler sınırlı sayıda yumurta üretirken, 12 cm’den büyük bireyler bir batında 20.000’den fazla yumurta üretebiliyor.

Bilim adamları: “Bu çalışma, çoklu yumurtlayan balıklar için üreme çalışmaları modelinde, özellikle gün ve ay döngüleri ile ilgili olarak, zaman içinde yumurta üretimindeki potansiyel çeşitlenme hususunda sayım yapmanın önemini göstermektedir.

“Üreme faaliyetini düzenleyen çevresel faktörlerle ilgili daha geniş bir anlayış, her yumurtlama olayı ile ilişkili göreli üreme yapısının belirlenmesiyle kazanılabilir.

“Çoklu yumurtlayan türler için yıllık yumurta üretimini tahmin etme becerisi, balıkçılığın bu popülasyonların üreme karakteristikleri üzerindeki etkilerinin incelenmesini kolaylaştıracak ve daha geniş bir perspektifle, evrimsel süreçlerinin incelenmesine olanak sağlayacaktır.”

Yellow Tang, deniz akvaryumu dünyasında popüler bir balıktır ve akvaryum ticaretine sunulmak üzere Hawaii civarında sıklıkla yakalanırlar.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın
İlgili Makale: Ay Işığı, Balıkları Üretme Şansını Arttırabilir mi?

12 Şubat 2015 Perşembe

Dişi Gurami, Çiftleşme Sırasında Hırıldıyor

Yeni bir çalışmaya göre dişi Gaklayan Gurami, kur sırasında çıkarılan sesten farklı olarak, çiftleşme sırasında bir hırıldama sesi çıkarıyor.

Gaklayan Guramiler (Trichopsis vittata), yüzgeçlerini çırptıklarında ses üretmelerini sağlayan özel göğüs yüzgeci kaslarına ve tendonlarına sahiptir.

Bu türle ilgili yapılan akustik çalışmaları, erkeklere farklı bilgi iletiminin olduğunu destekler şekilde dişilerin çiftleşme sırasında, kur öncesinden farklı sesler üretebildiklerini ortaya koymaktadır.

Viyana Üniversitesinde görev yapan ve çalışması Animal Behaviour (Hayvan Davranışları) dergisinde yayınlanmış Friedrich Ladich: “Gaklayan Gurami, dişilerinin çiftleşmeyi sesli olarak başlattığı bilinen tek balık türüdür.

“Çiftleşme sırasında dişi, erkeğin su yüzeyinde kurduğu yuvaya yaklaşır ve dikey olarak kafası yukarıda şekilde durarak hırıldama sesleri çıkarır. Bu davranışın akabinde yumurtlama başlar.”

Ladich, her iki cinsiyetin de kavgalar sırasında uzun ve yüksek yoğunluklu gaklama sesleri çıkarttığını söylüyor ve bunun, rakipler arasında kavga becerisinin tartılmasına yardımcı olduğuna inanıyor.

Bunun yanı sıra Ladich, sadece dişilerin düşük yoğunluklu hırıltı sesi çıkardığını keşfetmiş ve bu sesin, Gaklayan Guramilerde çiftleşme davranışını başlattığını ve düzenlediğini düşünüyor.

Ladich’e göre, kur sırasındaki sesin düşük ve kısa süreli olması ise, başka erkeklerin veya avcıların ilgisinin çekilmesi olasılığını azaltır şekilde, doğrudan özel bir eşe yönelik kısa mesafeli bir kur olarak işlev gördüğünü gösteriyor.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

Temiz İçme Suyu Elde Etmek için Tek İhtiyacımız Olan Bir Dal Parçası

MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) araştırmacıları tarafından yapılan yeni bir çalışmaya göre ormanlık bir alanda içme suyumuz biterse, tek ihtiyacımız olan en yakındaki çam ağacından bir dal koparmak. Sonra, açık alanda bulduğumuz akarsu veya göl suyunu dalın üzerine döküyoruz ve suyu dal parçasını emerek içiyoruz; bu ilkel filtrasyon sistemi, tekrar tekrar kullanılarak günlük dört litreye kadar içme suyu üretebiliyor. Araştırmada, kabuk altındaki tabakanın, odunsu (ksilem) dokudaki gözenek küçüklükleri sayesinde Koli Basilini (Escherichia coli) %99’dan fazla oranda filtreleyebildiği yer alıyor.

MIT Makine Mühendisliği Bölümünde doçent olan Rohit Karnik: “Kabuk altındaki tabaka, su filtrasyonu için yükselen, düşük maliyetli ve etkili bir materyal, özellikle de gelişmiş filtrasyon sistemlerinin henüz bulunmadığı kırsal topluluklar için.

“Günümüzde filtrasyonda kullanılan zar süzgeçler, kendi kendimize kolayca yapamayacağımız şekilde, nano ölçekli gözeneklere sahip. Buradaki düşünce, bir zar süzgeç üretmemize gerek olmadığı çünkü benzer bir şeye erişmek çok kolay. Sadece bir dal parçası koparacaksınız ve bunu filtre olarak kullanacaksınız.”

Piyasada çok sayıda su arıtma teknolojisi bulunuyor ve bunların çoğu klor arıtma işlemine dayanıyor; iyi çalışıyorlar ama pahalılar. Suyu kaynatmak içinse ateşe ihtiyaç var ve acil durumlarda uygulanması zor. İnsan yapımı zar süzgeçli filtreler ise pahalı ve kolayca tıkanabiliyorlar.

Kabuk altı doku ile ilgili şaşırtıcı şey, bitki özünü ağacın kökünden tepesine kadar ileten gözenekli odun (ksilem) dokusu. Bu damar ve gözenek sistemi, bakterileri yakalamaya ve odunsu yapı boyunca dağıtarak tutmaya uygun küçüklükte nokta zar süzgeçlere sahip.

Karnik: “Bitkiler, bitki özü akışını kolaylaştıracak şekilde gereksiz maddeleri nasıl filtreleyeceklerini biliyor. Su arıtma işlemi için, yüksek akış hızını sürdürecek şekilde mikropları filtreleme konusunda bizim de istediğimiz bu. İhtiyaçların benzer olması, güzel bir tesadüf.”


Kaynak: inhabitat.com
Çevirmen: Anıl Altın
Çevirmenin notu: Makaleden anlaşıldığı kadarıyla, ormanlık bir alanda suyumuz bittiğinde yakınlarda bir akarsu bulursak, su temiz görünüyor olsa bile doğrudan içmek yerine bu uygulamayı yapmak, daha sağlıklı görünüyor.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Altı ve Yedi Bantlı Frontosalar, Esasen Aynı Tür


Cyphotilapia frontosa’nın altı ve yedi bantlı biçimlerinin, aynı türün üyeleri olduğu ortaya konuldu.

İki farklı biçim arasındaki farkları analiz etmek üzere bilim adamları, Cyphotilapia frontosa’nın Tanganyika Gölü’nün kuzey yarısından toplanan altı bantlı bireyler ve Tanzanya’da Kigoma’dan toplanan yedi bantlı bireyler üzerinde çalışma yürüttüler.

Çalışmaları Japonya İhtiyoloji Derneğinin yayımladığı Ichthyological Research (İhtiyolojik Araştırma) dergisinde yayınlanan Tetsumi Takahashi, Benjamin Ngatunga ve Jos Snoeks’e göre iki biçim esasen türdeş.

Bilim adamları, bu iki biçimin 2003 yılında sınıflandırılan ikinci Cyphotilapia türü olan gibberosa’dan kolayca ayırt edilebildiğini belirtiyorlar.

Cyphotilapia frontosa’nın altı ve yedi bantlı biçimleri, Cyphotilapia gibberosa’dan kolayca ayırt edilebiliyor çünkü frontosa’nın üst ve alt yanal çizgileri arasında daha az pul bulunuyor ve frontosa, daha uzun bir vücut yapısına sahip.

“Altı bantlı biçim de yedi bantlı biçimden, bant sayısı ve coğrafik dağılımı ile kolayca ayırt edilebiliyor.”

Örtüşme: Altı bantlı biçimde sırt yüzgecinin taban uzunluğu ve sırt yüzgecindeki kılçık sayısı daha fazla olmasına rağmen, iki biçimin hâlâ aynı tür olduğu düşünülmektedir çünkü aralarında bir örtüşme mevcuttur.

Anal yüzgeçteki kılçık sayısı sabittir, dolayısıyla istatistiksel analizlere dâhil edilmemiştir. Pul ve diş sayıları dâhil olmak üzere incelenen diğer on bir özellik, biçimler arasında farklılık göstermiştir ama ayrıca bir örtüşme söz konusudur.

Çalışma, Takahashi ve Nakaya tarafından yapılan, 2003 yılında Cyphotilapia cinsini iki türe ayıran ve gölün güney ucunda yaşayan balığı Cyphotilapia gibberosa adıyla sınıflandıran çalışmanın devamıdır.

İlk çalışmada altı ve yedi bantlı biçimlerin yer almaması, Takahashi ve Nakaya’nın aynı çalışmada biçimlerin taksonomik konumlarını tartışamadıkları anlamına gelmektedir.

Yeni çalışmada incelenen altı bantlı bireyler, Tanzanya Kigoma’da 24-25 m. derinlikten toplanırken, yedi bantlı bireyler gölün kuzey yarısında Bujumbura, Luhanga, Pemba, Gitaza, Nyanza lac, Kolobo, Kabimba ve Tembwe dâhil olmak üzere farklı yerlerden getirilmiştir.

Cyphotilapia gibberosa ise gölde sadece güney uçta yaşar ve incelenen bireyler, Kasenga, Moliro, Kaku Burnu, Mtondwe Adası, Kilewa Körfezi ve Myako’dan yakalanmıştır.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

Yürüyüş Yapmak, Mutlu Ediyor


Britanyalı ve Amerikalı bilim adamları, grup hâlinde doğa yürüyüşleri yapmanın, ruh sağlığını artırarak, stresle mücadele etmede bizlere yardımcı olduğunu ortaya koyan yeni bir araştırma yayınladılar.

ABD’nin Michigan ve İngiltere’nin Edge Hill Üniversitelerinden bilim adamları, İngiltere’de 70 binden fazla düzenli katılımcı için haftalık yaklaşık 3 bin yürüyüş düzenleyen Walking for Health (Sağlık İçin Yürüyüş) programında yer alan 1.991 katılımcıyı değerlendirmeye aldılar. Bulguları göstermektedir ki doğa yürüyüşleri, belirgin ölçüde depresyon azalımı ve buna ek olarak stresli hayatın ve algılanan stresin olumsuz etkilerinin azaltılması ile ilişkili. Araştırma, Ecopsychology (Ekopsikoloji) dergisinin Eylül 2014 sayısında yayınlanmıştır.

Michigan Üniversitesi Tıp Okulu Aile Sağlığı bölümünde doçent olan ve araştırmanın liderliğini üstlenmiş Sara Warber’a göre büyük örnek, belirleyici faktör oldu.

Warber: “Büyük bir grup insanın davranışlarını gözlemledik; bunlardan bazıları yürümeyi tercih ederken, bazıları bizim onlara söylediğimizin aksine yürümeyi tercih etmedi. 13 hafta sonunda, haftada en az bir defa yürüyen insanlar, olumlu duygular ve stres azalması deneyimlediler.”

Sara Warber ve Birleşik Krallık, Aberdeen’deki James Hutton Enstitüsü Sosyal, Ekonomik ve Coğrafik Bilimler Araştırma Grubundan kıdemli araştırmacı Kate Irvine, fayda edinmek amacıyla haftada en az üç defa doğada açık havada yürüyüş yapmayı öneriyorlar. Kısa ve sık gezintilerin, uzun ve ara sıra yapılan yürüyüşlerden daha faydalı olduğunu belirtiyorlar.

Warber: “Stresten tamamen kaçmamız mümkün değil, dolayısıyla onunla başa çıkabileceğimiz bir yol olması önemli. Doğada yürüyüş yapmak, bir stresle mücadele mekanizması; fiziksel faydalarının yanı sıra ruhsal faydaları da var.”


Kaynak: outsideonline.com
Çevirmen: Anıl Altın

1 Şubat 2015 Pazar

Orfozlar, Avları İşaret Ederek İletişim Kuruyor

Yeni bir araştırmaya göre balıklar avlanırlarken, daha önce insanlarda, büyük maymunlarda ve kuzgunlarda olduğu bilinen yollarla birbirleriyle iletişim kurma becerisine sahip.

Bilim adamları orfozların mürenler, ahtapotlar ve Napoleon wrasseler (Cheilinus undulatus) dâhil olmak üzere ortaklaşa çalıştıkları av arkadaşlarına avın saklandığı yeri göstermek için işaret(ler) gönderdiklerini keşfettiler.

Daha önce insanlarda, büyük maymunlarda ve kuzgunlarda olduğu bilinen böyle bir iletişimi kurabilmeleri, karmaşık ve karşılaştırılabilir bilişsel yeteneklerinin kanıtı olarak ele alındı.

Araştırmacılar, orfozların ortaklaşa çalıştıkları av arkadaşlarına avın varlığını ve yerini göstermek için baş aşağı durarak eş zamanlı kafa sallama hareketi yaptıklarını birçok defa gözlemlediler.

Orfozlar ayrıca eğer diğer avcı -örneğin bir müren- uygun şekilde tepki vermezse, baş aşağı durma işaretini detaylandırıyordu. Mürenin üzerinde yüzüyorlar, farklı bir işarette bulunmaya çalışıyorlar ve hatta bazı durumlarda müreni dürterek ava doğru yönlendiriyorlardı.

Orfozların işaretleri, belli bir niyet taşındığına dair anahtar özellikler olarak görülmektedir: Balıkların bir amacı vardır ve amaca ulaşmak için esnek olmayan işaretler yerine bir iletişim biçimi kullanmaktadırlar.

Orfozların, yakınlardaki avcı arkadaşlarına işaret vermeden önce saklı durumdaki avın üzerinde 25 dakikaya kadar bekledikleri gözlemlendi. Bu durum, yaygın olarak bilişsel yeteneği değerlendirmede kullanılan bir hafıza görevi için orfozların maymun benzeri bir seviyeye sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Araştırmaya, Cambridge Üniversitesinin Zooloji bölümünden Alexander Vail liderlik etmiştir ve araştırma, Nature Communications (Doğa İletişimleri) dergisinde yayınlanmıştır.


Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmen: Anıl Altın

Gıda Üretimi ve İklim Değişikliği

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütüne (FAO) göre küresel olarak 2030 yılına kadar, artan dünya nüfusu için yeterli miktarda gıda olacak ama gelişmekte olan ülkelerdeki yüz milyonlarca insan açlık çekecek ve tarımın neden olduğu birçok çevresel sorun, ciddiyetini koruyacak.

Gıda ve Tarım Örgütü, nüfus artışının yavaşlatılmasının planlandığını ve bu sayede birçok insanın daha iyi besleneceğini belirtiyor. Sonuç olarak, besin talebindeki artış yavaşlayacak. Doğal kaynaklar üzerindeki tarımsal kaynaklı baskı artmaya devam edecek ama bu baskının hızı, geçmişte olduğundan daha düşük olacak.

Dünya genelinde, ağırlıklı olarak tarıma ve tarım dışı kırsal faaliyetlere dayalı ekonomilere sahip aşırı yoksul ülkelerde yaşayan 1,1 milyardan fazla insan var ve bu insanlar, geçimlerini sağlama konusunda gelişme göstermeli. Fakir insanların büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşıyor. Bu insanların yoksulluk ve açlıkla başa çıkmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki tarımsal gelişimi artırmak ve insanlara daha iyi toprak, su, kredi, sağlık ve eğitim hizmetleri sunmak gerekiyor.

Uluslararası ticaret, gıda güvenliğinin geliştirilmesinde önemli bir rol oynuyor ve gelecekte tarımsal ticaretin serbestleşmesi, gelirleri artırabilir. FAO, 2030 yılına kadar olan süreçte gelişmiş ülkelerin tarımsal ticaret açığının önemli ölçülerde artacağını ön görüyor.

Gıdada ve tarımda küreselleşmenin faydaları, risklere ve maliyetlere baskın gelebilir. Örneğin küreselleşme, Asya’daki yoksulluğun genel olarak azaltılmasında gelişime yol açıyor. Ancak FAO’ya göre küreselleşme, birçok ülkede çiftçilerin güç kaybetmesine neden olma potansiyeline sahip çok uluslu gıda şirketlerinin yükselişine de olanak sağlıyor. Gelişmekte olan ülkeler, fayda elde ederken tehlikeleri bertaraf etmek için yasal ve idari bir çerçeveye ihtiyaç duymakta. Uluslararası pazarlara açıklık, altyapı yatırımları, ekonomik entegrasyon desteği ve pazar yoğunluğunun sınırlandırılması, fakir insanların fayda sağlaması için bir küreselleşme faaliyeti oluşturabilir.


Kaynak
: ecology.com
Çevirmen: Anıl Altın