29 Aralık 2014 Pazartesi

Siyah Etekli Tetra, Üretim için İyi Bir Seçim

Siyah Etekli Tetra (Gymnocorymbus ternetzi), eğer ilk defa tetra üretecekseniz, iyi bir seçimdir. Görece dayanıklı bir türdür ve özellikle ticari olarak üretimi yapıldığından beri çok geniş su değerleri aralıklarına uyum sağlayabilmektedir.

Siyah Etekli Tetralarda cinsiyet ayrımı yapmak çok zor değildir; erkekler, dişilere göre daha küçük ve ince yapılıdır ve erkeklerin daha koyu ve geniş anal yüzgeçleri ve daha dar sırt yüzgeçleri vardır.

Uygun bir üretim akvaryumunda, tek bir çift kullanılması mümkün olsa da çok sayıda dişi ve erkek yer almalıdır. Ayrıca akvaryum, iki veya daha fazla yumurta bezi (spawning mop) ve bir sünger filtre ile birlikte, yalın olarak düzenlenmelidir.

Üretim için yumuşak ve asidik (pH yaklaşık 6,0 ve GH 8’den az) su kullanılmalı ve sıcaklık 24 - 26°C aralığında olmalıdır.

Aydınlatma loş tutulmalıdır ve akvaryumun yan ve arka taraflarının koyu renkli kâğıtlarla (kartonlarla) kapatılması da faydalı olur. Yumurtlama eyleminden önce, çeşitli canlı ve dondurulmuş yemlerle balıklara kondisyon kazandırılmalıdır. Su kalitesini sürdürmek için düzenli su değişimleri de yapılmalıdır.

Üretim akvaryumuna alındıklarında balıklar yakından gözlemlenmelidir çünkü tetralar iştahla yumurta yer ve genellikle sabah saatleri olmak üzere, yumurtlama tamamlanır tamamlanmaz anaç balıklar akvaryumdan alınmalıdır. Sonrasında yumurta bezleri elle tutulmalı ve yumurtalar akvaryumun zeminine doğru düşecek şekilde sallanmalıdır.

Tetra yumurtaları ışığa karşı duyarlıdır, bu yüzden akvaryumda beş altı gün karanlık ortam yaratılmalıdır. Yumurtalar genellikle yaklaşık 24 saat içerisinde çatlar ve yavrular beş altı gün sonra serbest yüzer hâle gelir. Bundan sonra infusoria ile beslenebilirler ve 48 saat sonra artemia larvası verilmeye başlanabilir.

Bu süreçte, değerlerde önemli değişimler olmaksızın su kalitesini sürdürmek üzere düzenli küçük su değişimleri yapılmalıdır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

22 Aralık 2014 Pazartesi

Keşiş Yengeçleri, Yeni Yuvalarına Çabucak Uyum Sağlıyor

Yeni bir çalışmaya göre keşiş yengeçleri, içerisinde yaşadıkları kabuğu vücutlarının bir parçası olarak görüyor.

Biology Letters dergisinde yayınlayan çalışmada Kohei Sonoda ve bilim adamı arkadaşları, karada yaşayan keşiş yengeçlerinin (Coenobita rugosus) kabuklarının şekline göre yürüme davranışını ayarlayabildikleri bulgusuna ulaştılar.

Okinawa’daki (Japonya) yengeçleri inceleyen bilim adamları, sola ve sağa dönüşlerin olduğu bir koridor boyunca ilerleyişlerini gözlemlemeden önce, yengeçlerin kabuklarına asimetrik şekillerde plastik levhalar yapıştırdılar.

Yengeçler ilk başta dengelerini sağlayamıyor gibi göründü ama yeni ve zorluk çıkaran şekillerine çabucak uyum gösterdiler. 20 saniyeden daha kısa bir sürede, yürüdükleri yolu ayarlayabildiler ve köşelerden dönerken yeni şekillerini uydurmak için dönüş açılarını artırdılar.

Bilim adamları, yengeçlerin kabuk içerisinde bacak duruşlarını ve vücut pozisyonlarını değiştirerek dengelerini ayarlayabilme yeteneğine sahip olduklarını düşünmektedirler.

Çalışma ekibinden Yukio Gunji: “Bu çalışma, kabuğun levha ile uzatılması durumunda, bunun keşiş yengeci tarafından vücudun bir parçası olarak algılanıp değerlendirildiğini göstermektedir.”


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
İlgili makale: Keşiş Yengeçleri: Onları Seveceksiniz!

19 Aralık 2014 Cuma

Nano Resif Akvaryumlarında Kaçınılması Gereken Hayvanlar

Bir nano resif akvaryumu sahibi olarak, nano resif akvaryumlarının içerisindeki canlıların sağlıklı şekilde yaşayabilmesi açısından belli sınırlamalara sahip olduğunu bilmeniz gerekir. Davranış biçimleri, büyüklükleri, alışkanlıkları veya çabuk büyümeleri nedeniyle belli mercanlar, omurgasızlar ve balıklar, nano resif akvaryumlarında tutulmamalıdır. Aşağıda, akvaristlerin nano resif akvaryumlarında tercih etmemesi gereken yaygın canlılar yer almaktadır. Dikkat edilmelidir ki bu makalede adı geçenler haricinde de kaçınılması gereken canlılar bulunmaktadır. Bazı hayvanlar nano resif ortamında hayatta kalabilseler de akvaristler olarak beslediğimiz canlıların sağlıklı şekilde yaşayabilmeleri açısından onlara ideal şartları sunmamız bizlerin sorumluluğundadır.
 
Balıklar

Mandarin Dragonet (Synchiropus splendidus), beslenme alışkanlıkları açısından büyük bir akvaryuma ihtiyaç duyar. Hazır veya işlenmiş yemlere pek rağbet etmez, dolayısıyla hayatta kalması için akvaryumda kopepodlar ve amfipodlar bulunmalıdır. Nano resif akvaryumları, Mandarinler için yenilenebilir yiyecek kaynağı sağlamak açısından yeterli büyüklükte olmadığından, bu balıkların bakımı için elverişli değildir.

Nano resif akvaryumlarından çok daha büyük akvaryumlara ihtiyaç duyan diğer yaygın balıklar; tangler, cerrah balıkları, kelebek balıkları, aslan balığı, balon balıkları ve cüce ve büyük melek balıklarıdır. Bazı kimseler bu balıkları nano resif akvaryumlarında bakıyor olsalar bile bunun doğru olmadığı bilinmelidir. Ayrıca bazı kimseler de bu balıkları geçici olarak nano resif akvaryumlarında tutup, daha sonra büyük akvaryumlara aktarırlar ki bundan da kaçınılması gerekir.

Omurgasızlar

Bu tip küçük bir akvaryumda bir balığı veya karidesi köşeye bir yere sıkıştırıp yiyeceğinden, etçil deniz yıldızı tercihi hiç uygun olmaz. Deniz tavşanları ve deniz sümüklüböcekleri de kaçınılması gereken hayvanlardır çünkü özel gereksinimleri vardır ve belli türleri zehirli olabilir. Turbo cinsi salyangozlar büyük nano resif akvaryumlarında tutulabilir ama erişkin olanları bazen çok büyük boyutlara ulaşabilir ve mercanlara zarar verebilir. Eğer nano resif akvaryumunuzda Turbo salyangozunuz varsa, aslında pek fazla endişe etmenize gerek yoktur ama yeni bir akvaryum kuruyorsanız, tercihinizi Astraea cinsi salyangozlardan yana kullanmanız daha uygun olur.

Mercanlar

Goniopora cinsi mercanlar (Saksı Mercanı), akvaryum ortamında kolayca yaşatılamaz, özellikle de bir nano resif akvaryumunda. Gereksinimleri tamamen bilinmemekle birlikte, eksik bırakılan bir şeyler yüzünden birkaç ay içerisinde ölme ihtimalleri vardır.

Galaksi Mercanı (Galaxea fascicularis) veya Kurbağa Yumurtası Mercanı (Euphyllia divisa) gibi iğneli süpürücü tentakülleri olan mercanlar da küçük akvaryumlarda yer almamalıdır. Bunlar diğer mercanların yakınında olduğunda, süpürücü tentakülleri geceleri açığa çıkar ve etrafındaki mercanları sokar veya öldürür. Belli kuytu bir alanda tutuldukları müddetçe, büyük nano resif akvaryumlarında bakılmaları mümkün olabilir.


Yazan: Christopher Marks
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: nano-reef.com

Unicorn Tang, Boynuzunu İşaret Olarak Kullanıyor

Yeni bir çalışmayla Unicorn Tang erkeğinin, rakip erkeklere ve muhtemel eşlere işaret göndermek için boynuzunun rengini değiştirdiği ortaya konuldu.

Bilim adamları, bu boynuzun hem kur yapma sırasında hem de aynı türün baskın olmayan üyelerine baskınlık göstermede bir rol oynadığını düşünmektedirler.

Tokyo Deniz Yaşamı Parkından Hiroshi Arai ve Nagano Üniversitesinden Tetsu Sato, Japonya’daki bir halk akvaryumunda, iki Unicorn Tang türü olan Naso unicornis ve Naso vlamingii üzerinde bir çalışma yürüttüler.

Her iki türün erkeklerinin, muhtemel eşler ve rakip erkekler arasında gösteriş yapma sırasında boynuzlarının rengini ve boynuzun vurgulanması için vücut renklerini değiştirdiklerini belirlediler.

Japonya İhtiyoloji Derneğinin yayımladığı Ichthyological Research (İhtiyolojik Araştırma) dergisinde yer alan çalışmada, boynuzun gece ve gündüz saatlerindeki sergilemelerde nasıl kullanıldığı açıklanıyor.

Arai ve Sato: “Boynuzun renk değişimleriyle birlikte sergilenmesi, akşam veya gece saatlerinde bir erkeğin bir dişiye kur yapması sırasında gerçekleşiyor. Aynı sergilemeler, gündüz saatlerinde de zaman zaman oldu.

“Araştırmada Naso vlamingii türündeki baskın erkekler, baskın olmayan daha küçük erkeklere boynuzlarını gösterdi. Boynuz büyüklüklerinin ve şekillerinin cinsel açıdan monomorfik (aynı görünüşe sahip) olmasıyla birlikte, her iki türün dişileri de nadiren boynuz sergilemesinde bulundu.”

Hem Naso vlamingii hem Naso unicornis’in akvaryumda yumurtladığı gözlemlendi.

Cinsel seçilim: Arai ve Sato, dişi Unicorn Tanglerin boynuz renklerini çabucak değiştirme özelliğine sahip olan erkekleri seçtiklerini düşünmektedirler çünkü karakterler, cinsel etkileşimlerde önemli roller oynuyor gibi görünmektedir.

Arai ve Sato: “Her iki türün erkekleri, boynuzlarının ve vücutlarının diğer kısımlarının renklerini hızla ve etkili şekilde değiştirerek, sergilemelerde boynuzlarını kullandı. Boynuz, renk düzenlemesi ile vurgulu hâle geldi.

“Boynuz rengindeki hızlı değişimle yapılan sergilemeler, erkeğin dişiye kur yapması esnasında gerçekleşti. Erkekler tarafından yapılan benzer sergilemeler, gündüz saatleri boyunca da ara sıra gözlemlendi. Her iki türün dişileri de nadiren boynuz sergiledi. Boynuz, ne bir saldırı veya savunma ne de bir beslenme savunması sırasında kullanıldı.”

Naso unicornis, alnında sivri uçlu bir boynuz geliştirirken, Naso vlamingii’ninki daha yuvarlak uçludur. Her iki tür de akvaryum ticaretinde satışa sunulur ama büyük boyları nedeniyle (30 cm’nin üzerinde) sadece çok büyük deniz akvaryumları için uygundurlar.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

16 Aralık 2014 Salı

Ağaçlar İletişim Kuruyor

“Anne Ağaçlar” Ormanları Korumak için Mantarlar Üzerinden İletişim Sistemleri Kullanıyor.

British Columbia Üniversitesinden orman ekologu Suzanne Simard ve bilim adamı arkadaşları, ağaçların ve bitkilerin esasen iletişim kurduklarına ve birbirleriyle etkileşim hâlinde olduklarına dair önemli bir keşfe imza attılar. Bir ekosistemde ağaçları ve bitkileri bağlayan bir yeraltı mantar ağı keşfettiler. Bu simbiyoz (ortak yaşam), bütün ağaç ve bitki sisteminin gelişmesine yardımcı olacak şekilde kaynakların amaca uygun şekilde paylaşımını sağlıyor.

Simard, orman zeminindeki parlak beyaz ve sarı mantar ipliklerinden oluşan ağları gözlemleyerek, keşfe liderlik etti. Mantarların birçoğu mikorizaldi; yani bu mantarlar, konakladıkları bitki ile -bu durumda ağaç kökleriyle- faydalı simbiyotik bir ilişki kurma özelliği taşımaktadır. Mikroskobik inceleme, mantarların esasen ağaçların ihtiyaçlarına göre onlara karbon, su ve besin taşıdıklarını açığa çıkardı.

“Büyük ağaçlar, genç olanlara mantar ağları üzerinden destek sağlıyordu. Bu yardım elleri olmaksızın, çoğu fidan gelişim gösteremeyecekti.”
Suzanne Simard

Ormanın mikorizal ağının merkezinde, “Anne Ağaçlar” durmaktadır. Bunlar ormanda yükselen büyük ve yaşlı ağaçlardır; Avatar (2009) filminde de bu anlayışı yansıtan bir tasarım yer almaktadır. Bu “Anne Ağaçlar”, mantar ipliklerinden oluşan ağ üzerinden ormandaki diğer ağaçlarla iletişim hâlindedir ve tüm bitki topluluğunun kaynaklarını yönetiyor olabilirler. Simard’ın bir araştırması açığa çıkarmıştır ki bir Anne Ağaç kesildiğinde, ormandaki genç bireylerin hayatta kalma oranları büyük ölçüde düşmektedir.

“Bildiğimizi düşündüğümüz şey, ağaçların kökleri arasında bir çeşit elektrokimyasal iletişim olduğu. Nöronlar (sinir hücreleri) arasındaki sinapslar gibi...”
Dr. Grace Augustine (Avatar filmindeki bir kurmaca karakter)

Simbiyotik bitki iletişimi düşüncesi, hem ormancılık hem tarım endüstrileri açısından geniş kapsamlı açılımlara sahiptir. Bu keşif, tekrar yetişmeyi desteklemek üzere Anne Ağaçların bırakılması şeklinde bir orman hasadı yapma yaklaşımı geliştirmemizi sağlayabilir. Tarımsal açıdan ise bozulmamış mikoriza sistemlerinin, bitkilerin patojenlere dirençli olma becerilerini artırdığı ve topraktan suyu ve besinleri soğurduğu dikkate alınabilir; böylelikle pullukla kazma gibi bu yeraltı ağlarına zarar veren yayın uygulamalar sorgulanır hâle gelmektedir.


Yazan: Jane Engelsiepen
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: ecology.com

15 Aralık 2014 Pazartesi

Balıklar Uyur ve Uykusuzluk Çekerler

Uyku bilim adamları tarafından yapılan yeni bir araştırma göstermiştir ki yaygın inanışın aksine ve göz kapakları olmamasına rağmen, balıklar uyur ve bazı durumlarda uykusuzluk çekerler.

Stanford Üniversitesi Tıp Okulundan bilim adamları, akvaryumlardaki Zebra Daniolar (Danio rerio) üzerinde çalışma yaptılar ve özel gece görüşlü kameralar kullanarak gece davranışlarının videolarını kaydettiler.

Uzun çekim görüntülerinin izlenmesinin ardından araştırmacı Tohei Yokogawa, ister su yüzeyinin hemen altında isterse de akvaryumun tabanında olsun, balıkların gece boyunca kuyruk hareketlerini yavaşlattıklarını ve hareketsiz kaldıklarını onayladı.

Bütün gece boyunca: Dinlenmekte olan balıkların esasen uyuyup uyumadığını anlamak için, Yokogawa’nın, yorgunluk sıkıntısı çekerken kısa ve hafif uykuya dalma olarak bilinen “uyku tepkisi” sürecini deneyimleyip deneyimlemediklerini belirlemesi gerekiyordu.

Bunu test etmek için balıklar yorgun ve uykudan mahrum bırakılmalıydı.

Akvaryum camına hafifçe vurmak ve bir su altı hoparlörüyle akvaryum içerisinde yüksek sesli ortam yaratmak, balıkların uyumalarını önlemedi ama suya “hafif elektrik akımı” verilmesi, uyanık kalmalarını sağladı.

Balıkları uyanık tutmanın ipucunu bulduklarında araştırmacılar, uykuya dalmaya çalıştıkları her defasında balıkları uyaracak bilgisayar donanımlı bir sistem geliştirdiler.

Uykudan mahrum edilmiş Daniolar barışçıl ve karanlık bir akvaryuma döndüklerinde, uzun uykulara dalarak aşırı yorgunluklarının acısını çıkardılar.

Yokogawa: “İlk başta otomatik bir uykudan mahrum edici sistemimiz yoktu, bu yüzden onları kendim uyanık tutmaya çalıştım ve ben kendim de uykusuz kaldım.”

Uyku bilimi için model organizma: Bulgular, uykuyla ilgili süreçler hakkında yeni keşifler yapmak için bilim adamlarının Zebra Danioları kullanmalarına olanak sağladı.

Bu, uyku bilim adamları için iyi bir haber çünkü önceki çalışmalarda kullanılan sıçanlar ve köpeklerin aksine Zebra Danioların büyük miktarlarda üretilmeleri hızlı, kolay ve ucuz şekilde gerçekleşiyor.

Belli bir uyku düzensizliği gösteren tipler belirlendiğinde, düzensizliğin daha kolay şekilde incelenmesi için özelliği taşıyan özel balık grubu üretilebilir.

Çalışma ekibinin lideri Emmanuel Mignot: “Zebra Danio larvasının transparan olması, canlı bir balıkta bile doğrudan bakarak onun nöronal ağını görebileceğiniz anlamına gelmektedir.

“Düşüncemiz, uyku düzeninin nörobiyolojisini anlamamız için bu özelliği bir başlangıç noktası olarak kullanmayı denemektir.”

Uykusuzluk ve uyku hastalığı: Mignot’nun laboratuvarında, 1999 yılında Doberman ve Labrador ırkı köpeklerde narkolepsiye (uyku hastalığı) yol açan bir gen ve beyinde davranışları kontrol eden kısım olan hipotalamustaki nöronların (sinir hücresi) hipokretin adı verilen bir nöropeptit salgıladığı bulunmuştu.

Narkoleptik (uyku hastalığı çeken) köpeklerde, hipokretin için çalışan bir algılayıcı sinir eksikliği söz konusudur ki bu, uyuşukluk ve uyku düzensizliği sıkıntıları çekebilecekleri anlamına gelmektedir.

Çalışma ekibi, narkoleptik köpeklerde görülen benzer bir tür mutasyonu paylaşan Zebra Danioları belirlemeye çalıştı; bu sayede gelecekte narkolepsi süreçleri üzerine çalışma yapmaları çok daha kolay olabilecektir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

10 Aralık 2014 Çarşamba

Gastromyzontid Loachlar için Uygun Sıcaklıklar

Gastromyzontid loachlar için su sıcaklığı ne olmalıdır? Heiko Bleher açıklıyor...

Gastromyzontid loachlar, yüksek bir dağ sırasının yer aldığı tropikal bir ada olan Borneo’ya özgüdür. Ada tropikal kuşakta yer aldığından, sıcaklık asla çok düşük olmaz; sadece tepelerin en yüksek kesimlerinde düşük sıcaklıklar görülür ki balıklar buralarda yaşamaz.

Tuttuğum kayıtlara göre Gastromyzon bario, en yüksek rakımda yaşayan türdür; onları Sarawak’ın kuzeyindeki Sungai Padapur’da, 1.150 m. yükseklikte topladım. Bu bölgede en düşük su sıcaklığı 15°C.

Kina-Balou Dağı’nın alçak kesimlerinde yaşayan Gastromyzon monticola da benzer sıcaklıklarda yaşıyor. Malezya’nın Sabah eyaletindeki Tawau Nehri’nde 270 m. yüksekliğe kadar görülen Gastromyzon ingeri gibi, bazı istisnai türler için en düşük sıcaklık aralığı 18 - 20°C’dir.

Diğer türlerse çoğunlukla alçak kesimlerdeki orman akarsularında yaşar ve bu sularda sıcaklık 20°C’nin altına nadiren düşer ve genellikle hiç düşmez.

Genel bir kural olarak sıcaklıklar 20°C’nin altına düşmemeli, 27°C’yi aşmamalı ve 24 - 25°C civarında olmalıdır.

Geçtiğimiz günlerde sınıflandırılan Neogastromyzon kottelati türü ise Danau Sentarum Gölü’nü besleyen bir akarsudan getirilmiştir ve 2 - 3°C daha sıcak suları tercih etmektedir. Bununla birlikte Neogastromyzon crassiobex ve Neogastromyzon chini türleri de yine 24 - 25°C’yi tercih etmektedir.

Benim uzun zaman önce Brunei’de Temburong Nehri havzasında bulduğum ve geçtiğimiz günlerde sınıflandırılan Gastromyzon cranbrooki, 25 - 27°C aralığı gibi daha sıcak suları tercih etmektedir. Ben hatta bir defasında yaşadığı su sıcaklığını 28,5°C olarak ölçmüştüm.

Bu loachlar için dikkate alınması gereken birkaç şey vardır. Dibinde kum, çakıl ve yuvarlak taşlar bulunan kayalık bir habitata gereksinim duyarlar. Bakılacakları akvaryumda hızlı bir akıntı da olmalıdır.

Su sertliği 2°GH’ın altında olmalıdır ve su, yüksek oksijen içermelidir. Doğada %20 eğimli akarsularda yaşadıklarından, sığ akvaryumlarda bakılmaları uygundur. Ayrıca eğer oda sıcaklığı 20°C’nin altına düşmüyorsa, bir ısıtıcıya gerek duymayabilirsiniz.


Yazan: Heiko Bleher
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Practical Fishkeeping (Pratik Balık Bakımı) dergisi, Kasım 2009
Fotoğraf: Emma Turner
İlgili makale: Loachlar Neden Malavi Cichlidleriyle Bir Arada Tutulmamalıdır?

Yale Öğrencileri, Ekvador Yağmur Ormanlarında Plastik Yiyici Bir Tür Mantar Keşfetti

Plastik, dünyadaki en büyük atık problemlerinden biridir çünkü parçalanması çok ama çok uzun zaman sürer. Ancak Yale Üniversitesi’nden (ABD) bir grup öğrenci tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan bir keşif, bu sürecin hızlandırılmasında yardımcı olabilir. Ekvador’daki yağmur ormanlarında yapılan keşif gezisinde Yale Üniversitesi Moleküler Biyofizik ve Biyokimya Bölümü öğrencileri, poliüretanı afiyetle yiyen bir mantar keşfettiler. Bu, sadece poliüretan üzerinde hayatta kaldığı bilinen ilk mantar türüdür ve bunu anaerobik (oksijensiz) ortamda yapabilmektedir, dolayısıyla bu özelliği ile katı atık sahalarının tabanında kullanılabilecektir.

Yale Mezunları dergisine yaptığı açıklamada Jonathan Russell: “Birçok mikrop, atıkları aşındırma gibi hünerler sergileyebilmektedir.” Poliüretan, sert plastiklerden sentetik liflere kadar birçok şeyde kullanılan bir polimerdir. Poliüretan gibi plastiklerin bu derece uzun ömürlü olmalarının en büyük nedeni, mikro organizmaların genellikle bunları yiyecek maddesi olarak görmemesidir; çevre açısından, insan yapımı polimerlerin mikroskobik granüller hâline gelmesi asırlar sürebilmektedir. Pestalotiopsis microspora türündeki mantarın keşfi ise her şeyi değiştirebilir.

Yale öğrencileri, mantarın plastiği parçalamasını sağlayan enzimini aldılar ve potansiyelini gözlemlediler. Uygulamalı ve Çevresel Mikrobiyoloji dergisinde yayınlanan raporda şu ifadeler yer aldı: “Geniş bir faaliyet dağılımı gözlemlenmiştir ve tek karbon kaynağı olarak polyester poliüretan kullanımıyla gerçekleşen eşi görülmemiş anaerobik gelişim durumu, endofitlerin* çevresel iyileştirme için faydalı metabolik özellikler açısından yükselen bir biyoçeşitlilik kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır.”

Plastik tüketiminin azaltılması, çevredeki insan yapımı plastik miktarının sınırlandırılması için atılacak ilk adım olmalıdır ama eğer Ekvador’daki bu mantar türü, duruma yardımcı olmaya hazırsa, bu kesinlikle çok daha iyi olacaktır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: inhabitat.com
Çevirmenin notu: Endofit: Başka bir bitkinin içinde veya üzerinde yaşayan parazitik organizma. Makalede adı geçen mantar türü de bir endofittir ve bu mantarın tamamen plastik üzerinde de, plastikle beslenerek hayatta kalabildiği anlaşılmıştır.

7 Aralık 2014 Pazar

Adım Atın, Dışarı Çıkın

Çevresel farkındalık arttıkça, dışarıda doğada vakit geçirmenin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Günlük yaşamın artan hızı, mevcut ev teknolojilerindeki gelişmeler ve şehirlerdeki nüfus artışı, doğal dünyayla bağlantı kopukluğuna neden olan modern yaşam faktörleri arasındadır.

Günümüz çocukları, anne babalarının kuşağına nazaran doğadan daha kopukturlar. Geçtiğimiz günlerde Hofstra Üniversitesi’nde (ABD) yapılan bir araştırmada, annelerin %70’inin çocukken her gün dışarıda oynadıkları ve bu annelerin sadece %31’nin çocuklarının bunu yaptığı rapor edilmiştir. Dışarıda oyun oynayarak geçirilen vaktin uzunluğu da bu yeni kuşakta azalma göstermiştir.

Kaiser Aile Kurumu’nun 2010 yılı raporuna göre 8 - 18 yaş arasındaki çocuklar; video oyunları, TV, internet ve cep telefonları gibi çeşitli teknolojileri kullanarak iç mekânlarda günde altı saatten fazla zaman geçirmektedirler. Bu rapor ayrıca bu vakit geçirmenin son beş yıl içerisinde günde yaklaşık iki saat kadar arttığını ortaya koymuştur. Bu endişe verici durum tersine çevrilmelidir.

Hayatlarımızı doğaya daha dönük olacak şekilde ayarlamak biraz çaba gerektirse de geniş dış mekânların fiziksel, duygusal ve zihinsel faydaları, doğayla bütünleşmek açısından çok güçlü ve etkili sebepler olarak öne çıkmaktadır.

Doğayla bağ kurmanın faydalarını detaylandıran çalışmalar hızla artmaktadır. Araştırmalar, dışarıda zaman geçirmenin veya hatta bir pencereden doğayı gözlemlemenin bile stresi azalttığını, verimliliği ve iş tatminini arttırdığını ve özgüveni geliştirdiğini ortaya koymaktadır.

Doğanın öneminin anlaşılması, daha geniş bir toplumsal anlayış ve amaç kurulmasına da neden olabilir. Çocukların ve gençlerin eğitim hayatları, doğayı deneyimleme ve öğrenme yoluyla zenginleşir. Ayrıca bu yolla uyuşmazlık çözüm becerileri de gelişecektir. Doğada geçirilen zaman, çevresel farkındalığı ve korumacılığı da arttıracaktır.

Çocukların ve gençlerin doğayla bağ kurmaları amacıyla tasarlanan birçok girişim mevcuttur. Yetişkinler de bu çalışmalara dâhil olarak dış mekânlarda daha fazla zaman geçirebilirler. Aşağıdaki organizasyonlar, aileleri dışarıya çıkarmak amacıyla kolaylaştırıcı çabaların yanı sıra açık hava gönüllülüğü için bir yapı sunan çalışmalardan sadece birkaçıdır.

Sierra Club (Sierra Kulübü) ile bağlantılı The Children and Nature Network (Çocuk ve Doğa Ağı), amacı çocuklarla doğa arasındaki bağı kuvvetlendirmek üzere dünya genelinde bir gençlik hareketine yetki vermek olan The Natural Leaders Network (Doğal Liderler Ağı) çalışmasını yarattı. Bu çalışma, kurucu “Doğal Liderler” eylem grupları ve ağlarına olanak sağlamak amacıyla bir “Doğal Liderler Ağı Takım Çantası” sunmaktadır. Takım çantası, bağlı bulunduğunuz toplulukta bir Doğal Ağ inşa edebilmeniz için faaliyet ve yapı fikirleri ortaya koymaktadır.

“Let’s Move Outside!” (Haydi Dışarı Taşınalım!), çocukları dış mekânlara çıkarmak, genel sağlık artırımını sağlamak ve çocukluk obezitesiyle mücadele etmek üzere ABD’de İçişleri ve Tarım Bakanlıkları arasında koordineli olarak yürütülen bir çalışmadır. Bu iki bakanlık birlikte yaklaşık 800 bin kilometrekarelik Millî Orman, 340 bin kilometrekarelik Millî Parklar ve 100 bin kilometrelik Millî Yol denetimi yapmaktadır. Bu millî kaynaklar, çok çeşitli açık hava faaliyetleri için önemli ve farklı mekânlar sunmaktadır.

ABD’de Tarım Bakanlığı’na bağlı bir birim olan Orman İdaresi, “Ormanda Daha Fazla Çocuk” adı verilen bir program oluşturdu. 2010 yılında bu birim, amaçları “yetersiz hizmet alan şehirli gençler” için uygulamalı etkinlik ve koruma eğitimi yürütmek olan 21 girişime 500.000 $ aktardı. Tarım Bakanı Tom Vilsack: “Ormanda Daha Fazla Çocuk programı, çocukların sağlıklı ormanlar, sağlıklı topluluklar ve kendi sağlıklı yaşam biçimleri arasındaki bağı kurmalarına yardımcı olmaktadır.”

The National Wildlife Federation (Ulusal Vahşi Yaşam Federasyonu), dışarıda vakit geçiren çocukların sayısının artırılmasını ve çocuklar için açık hava deneyimlerinin yaşamsal önemi ile ilgili olarak ebeveynlerin, öğretmenlerin, tıbbi görevlilerin ve resmî memurların eğitilmesini amaçlayan “Green Hour“ (Yeşil Saat) programını oluşturdu.

Let’s Go Outside” (Haydi Dışarı Çıkalım), ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisi’nin bir girişimidir. Bu girişimin örnek çalışmaları, doğa fotoğraflarının yüklenip paylaşıldığı bir Flickr Grubu ve fotoğraflar ve doğa deneyimleriyle ilgili bir blog kurulmasıdır.


Yazan: Jane Engelsiepen
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: ecology.com
Fotoğraflar: Murat Ödemiş ve oğlu Uras Ödemiş
Çevirmenin notu: Makalede yer alan örnek girişimler ve programlar, tamamen ABD kaynaklıdır. Bu tür uygulamalar, başta İngiltere olmak üzere Avrupa'da da sıklıkla görülmektedir. Doğanın öneminin yeni yeni kavranmaya başlandığı günümüzde, biz de kendi ülkemizde, başta şahsımızın ve ailemizin sağlığı olmak üzere, genişleyen bakış açısıyla toplum sağlığı için doğaya dönük olmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yeryüzünün (yaşadığımız çevrenin) sağlığı ile kendi sağlığımız arasında kesin ve doğrudan bir ilişki var.
İlgili makale: Doğa Eksikliği Bozukluğu

Balıklarım Su Yüzeyinden Nefes Alıyorlarsa Ne Yapmalıyım?

Su yüzeyi daha yüksek seviyelerde çözünmüş oksijen içerir, dolayısıyla balık sudan yeterli oksijen alamadığında, yukarıya çıkıp nefes almaya çalışacaktır. Bu davranışa neden olan birkaç faktör olabilir.

Sıcaklık

Sıcaklığı arttıkça, su daha az oksijen barındırır. Sıcaklığı kontrol edin; bir tropikal tatlı su akvaryumu için ideal sıcaklık aralığı 24-28°C’dir. Sıcak havalarda akvaryum suyu doğal olarak aşırı ısınabilir, böyle durumlarda su sıcaklığını düşürmeli ve havalandırmayı arttırmalısınız. Balıklardaki ani solunum sorunları çoğunlukla kirlilik veya hastalıklarla ilintili olduğundan, durumun nedeni her zaman sıcaklık değildir.

Isıtma
Isıtıcınız arızalanmışsa, ‘açık’ konumda kalmış olabilir ve aşırı ısınmaya yol açar. Balıkların su yüzeyinden zorlukla nefes almaya çalışmaları, bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir erken uyarıdır; akvaryum suyu çok sıcaksa ve ısıtıcı açık konumdaysa, soruna bu neden olmuş olabilir ve ısıtıcının değiştirilmesi gerekecektir. Böyle bir durumda sıcaklık çoğunlukla 30°C’nin üzerine çıkacaktır. Isıtıcılar genellikle güvenilirdir ama arızalandıklarında, sonuçlar sıklıkla yıkıcı olur.

Su kalitesi
Hem amonyak hem nitrit, balıkların solungaçlarına etki eder ve solunum sorunlarına yol açabilir, bu yüzden ilk sıkıntı işaretinde suyunuzu test edin. Akvaryumda amonyak olduğunda, balık fazladan mukoza üretir; bu fazla mukoza, solungaçların yüzey alanını azaltır ve solungaçların daha az etkili çalışmalarına neden olur.

Nitrit ise oksijen taşıyan hemoglobini bozuluma uğratarak kana etki eder, bu şekilde balık ihtiyaç duyduğu oksijeni almak için su yüzeyinde nefes alıp verir. Amonyak ve nitrit belirtileri endişe vericidir. Acilen klordan arındırılmış su ile yarı yarıya su değişimi yapmalı ve biyolojik filtrenin neden çalışmadığını belirlemeye çalışmalısınız.

Hastalık
Solungaçları etkileyen çeşitli hastalıklar, balıklarda solunum sorunlarına yol açabilir. Lekeler, kapalı yüzgeçler, mantar veya bakteriyel hastalıklar gibi ikincil enfeksiyonlar vs. gibi hastalık belirtileri arayın. Bunların çoğu solungaç dokusuna saldırır, ya bu dokulara zarar verir ya da balığın daha az oksijen alabileceği şekilde fazladan mukoza üretmesine neden olur. Solungaç hastalıklarına uygun şekilde teşhis koymak zordur, dolayısıyla eğer diğer her şeyi kontrol ettiyseniz ve bir solungaç hastalığından şüpheleniyorsanız, bir balık uzmanı veya veterinerine başvurmanız gerekecektir.

Çözünmüş gazlar
Akvaryumda çok fazla karbondioksit (CO2) veya çok az oksijen bulunması da balıkların su yüzeyinden nefes almasına neden olacaktır. Bir bitkili akvaryuma CO2 ilavesi yapıyorsanız, bunun aşırı olmadığından emin olmalısınız. CO2 aygıtınız arızalanmışsa ve akvaryuma fazla katkı yapmışsa, bu fazla gazın etkisini kaldırmak için havalandırmayı arttırın. Bitkili bir akvaryumunuz veya havuzunuz varsa ve balıklar sabah erken saatlerde su yüzeyinden nefes alıyorlarsa, bitkiler ya da algler muhtemelen gece boyunca oksijen seviyesinin azalmasına neden olmuştur ve CO2 seviyesi artmıştır. Bunun üstesinden gelmek için gece boyunca havalandırmayı açık tutabilirsiniz.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Practical Fishkeeping (Pratik Balık Bakımı) dergisi, Ekim 2009 sayısı
Çevirmenin notu: Makaleden de açıkça anlaşılacağı üzere, bir fanus içerisinde havalandırma yapılmadığından ve biyolojik filtreleme işlemi gerçekleşmediğinden, fanusta balık bakılması kesinlikle önerilmeyen bir uygulamadır.
İlgili makaleler: 1) Sıcaklık Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
2) Nitrit Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
3) Amonyak Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

6 Aralık 2014 Cumartesi

Tedavisel Çiftçilik

Tedavisel çiftçilik, çiftçilik uygulamalarının tedavi amaçlı kullanımıdır. Bu tür uygulamalarda, bir veya bir dizi hassas insan grubu için tıbbi, sosyal veya eğitimsel bakım servislerinin ve çiftçilikle ilişkili denetimli ve yapılandırılmış faaliyet programlarının bulunduğu bir çiftliğin tamamı veya bir kısmı kullanılır.

Tedavisel çiftçiliğin amacı, insanlara arazide çalışarak zaman geçirme fırsatı sunularak onların akli ve fiziksel sağlıklarını artırmaktır. Tedavi çiftlikleri; hayvan yetiştirme ve bakımı, sebze ve meyve üretimi ve ormancılık gibi çiftçilikle ilişkili faaliyetlerde denetimli ve yapılandırılmış programlar sunabilir.

Bir tedavi çiftliğinde, doğa eksikliği bozukluğunun etkileri azaltılmaya çalışılarak, ortak bir iyileşme doğrultusunda insan, hayvan ve doğa bütünlüğünün oluşturulması hedeflenir.

Tarihçe

Geçmişteki çeşitli durumlar ve gelişmeler, insanların tedavisel çiftçiliğin değerini ve/veya günümüzde tedavisel çiftçiliğin nasıl uygulanabileceğini keşfetmelerine neden olmuştur.

• Toplumsal dışlanma durumunda kimseye muhtaç olmama ihtiyacı
• Kırsal bölgelerde uygun ve profesyonel bakım hizmetlerinin olmaması
• Antropozofik topluluklar ve diğer idealist ve kendi kendine yetmeyi hedefleyen topluluklar

Son zamanlarda tarımsal çok işlevlilik, tedavisel çiftçiliğin gelişimini canlandırmıştır. Çiftçiler, yeni gelir kaynakları ve topluma ve doğrudan müşterilere açılan kapılar aramaktadır.

Benjamin Rush’ın (1746–1813) akıl hastalıklarının iyileşmesinde bahçıvanlık uygulamalarının pozitif etkilerine atıfta bulunan ilk tıbbi bilim adamlarından biri olduğu bilinmektedir. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne imza atmış ve Pennsylvania Üniversitesi’nde tıbbi teori profesörü olan Rush, sonuncusu The Diseases of The Mind (Akıl Hastalıkları) (1812) olmak üzere Medical Inquiries and Observations (Tıbbi Araştırmalar ve Gözlemler) isimli beş kitaplık bir seri yazmıştır. Bu son kitapta, bahçıvanlık uygulaması iki yerde geçmektedir.

Tüm hastanelerde odun kesmeye, ateş yakmaya ve bahçeyi bellemeye yardım eden erkek akıl hastalarının ve çamaşır yıkama, ütü yapma ve yerleri temizleme görevlerini üstlenen kadın akıl hastalarının çoğunlukla iyileşme gösterdiği, bununla birlikte bu görevleri üstlenemeyecek seviyedeki hastalarınsa hayatlarını hastane duvarları arasında geçirmek durumunda kaldığı kayıt altına alınmıştır.

Çiftlik Tipleri

Tedavi çiftlikleri, çeşitli tarımsal üretim aşamalarını ve ilgili faaliyetleri destekleyebilir. Çiftlik tipleri, mandıra çiftliklerinden kümes hayvanları çiftliklerine, et üretimi için canlı hayvan besiciliğinden manej / at binme okullarına, meyve bahçeleri ve bağlardan bostanlara kadar çeşitlilik gösterebilir.

Tedavi çiftlikleri, hem tarımsal üretim yapmak hem de bakım servisi almak üzere gelen müşteri sayısına göre büyük ölçekli veya küçük ölçekli olabilir. Ancak genel olarak büyük ölçekte, yoğun ve endüstriyel tarım yapabilen çok az tedavi çiftliği vardır.

Önemli sayıda tedavi çiftliği, organik çiftçiliğe odaklanmaktadır. Bunun bir nedeni, organik çiftçilik süreçlerinde fazlaca bedensel iş ve bitkilerle veya çiftlik hayvanlarıyla doğrudan temas gereksiniminin olmasıdır. Başka bir nedense, yerli pazarlara ilginin olması, başka bir deyişle yakın yörelerden gelen ve yerel ve taze besin alma isteğinde olan müşterilerin varlığı olabilir.

Pazara yönelik tarımsal üretime katılmanın müşterinin iyileşme sürecine ve/veya kendisini iyi hissetmesine (toplum için yararlı olma hissine) katkı sağlamasıyla birlikte, çiftlik faaliyetlerinin iyileşme sürecine hizmet ettiği çok sayıda tedavi çiftliği bulunmaktadır. Çiftliğin odaklandığı alana bağlı olarak çiftlikte sunulan faaliyetler; müşteri tipine, çiftlik hedeflerine veya çiftlikteki uygun tarımsal süreçlerin tipine göre değişiklik gösterebilir.

Bazı tedavi çiftlikleriyse, önceden kötü muamele görmüş hayvanlara yeni yuva sağlamak üzere hayvan barınakları olarak hizmet görmektedir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Care farming
Çevirmenin notu: Makalede esas önemsediğim konu, ister psikolojik açıdan rahatsız kimseler, isterse de şehrin doğadan kopuk hayatının içine hapsolmak durumunda kalmış kimseler olsun, bu tür çiftlik faaliyetlerinin hem gerçekten faydalı bir şeylerle uğraşma hem de doğayla iç içe olma açılarından güzel bir uygulama olmasıdır. Makalede göndermede bulunulan 'doğa eksikliği bozukluğu' konusunda, şehirde yaşayan insanlar olarak varlığını zaman zaman hissettiğimiz ama henüz tam olarak ortaya koyamadığımız bu durum karşısında doğaya dönmemizin, doğal şeylerle uğraşmamızın ve canlılarla ve toprakla bağ kurmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Umarım yakın gelecekte Türkiye'de de, uygulandığı ülkelerde doğru bir yöntem olarak görülen bu tür çiftliklerin sayısı artacaktır.

5 Aralık 2014 Cuma

Balık Gözleri, Parazitler için İdeal Bir Yuva

Kanadalı bilim adamlarının yürüttüğü ve Molecular Ecology (Moleküler Ekoloji) dergisinin geçtiğimiz sayılarından birinde yayınlanan bir araştırmaya göre bir balık, kendi üzerinde bir ekosistem barındırabilir ve balık gözleri, parazitler için ideal bir yuvadır.

Sean Locke, Daniel McLaughlin ve David Marcogliese, tatlı su balıklarındaki parazit çeşitliliğinin, yassı solucanların metaserker olarak bilinen orta seviye larva aşamasının incelendiği önceki çalışmalarda ortaya konulandan çok daha yüksek olduğunu keşfettiler.

Metaserker, balık dokusunda belli belirsiz beyaz lekeler hâlinde ortaya çıktığından ve biçimsel açıdan tür belirlemesi yapılamadığından, daha önceleri çok geniş bir balık çeşitliliğinde görülen birkaç tür parazit olarak değerlendirilmiştir.

Kanada’da St. Lawrence Nehri’nden yakalanan tatlı su balıklarındaki yassı solucan metaserkerini belirlemek üzere DNA barkodlama yöntemini kullanan bilim adamları, önceden bilinene göre yaklaşık dört kat fazla olacak şekilde, tatlı su balıklarında konaklayan 47 tür özel yassı solucan belirlediler.

Bilim adamları; kaslar, solungaçlar, beyin ve diğer iç organlar gibi birçok dokuda bulunan parazitlerin tek bir balık türüne veya bu türün birkaç yakın akrabasına daha özgü olduğunu keşfettiler. Ayrıca balıkların gözlerinin genel parazitler için ideal bir yuva olduğu ve en azından beş tür parazitin, göz merceğine yerleşerek birçok tatlı su balığında ve hatta kurbağalarda bile yaşadığı bulgularına ulaştılar.

Gözlerdeki bu parazit fazlalığının bir nedeni, enfeksiyon olayı sonucunda bağışıklık sisteminin verdiği tepkinin göz merceğinde çok sınırlı olmasıdır. Araştırma şefi Sean Locke’a göre güçlü bir bağışıklık tepkisi, balığı kör edecektir; dolayısıyla göz, bağışıklık açısından kısıtlı bir hâldedir.

Bilim adamlarına göre tatlı su balıklarındaki parazit çeşitliliğinin anlaşılması, patojen belirlemenin kontrol ve tedavi açılarından ilk adım olması nedeniyle vahşi yaşam yönetimi ve akuakültür konularında önemli bir durumdur.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk