29 Haziran 2014 Pazar

Akvaryum Balıklarında Saklanma

Balıklarınızı görmek istiyorsanız, onlara bolca saklanma yeri verin.

Yeni başlayanlar başta olmak üzere, akvaristler arasında yaygın olan şikâyetlerden biri şudur: “Balığım her zaman saklanıyor.” Bu durum çoğunlukla akvaryumda balığın saklanabileceği yerlerin olmadığına işaret eder. Bununla birlikte akvaryum hobisine yeni başlayanların mantığı şudur: “Eğer balığı saklanabileceği yerlerden mahrum bırakırsam, onu daha çok görebilirim.”

Esasen konu balık olunca, bunun tam tersi geçerlidir.

Eğer balıklarınızı daha fazla görmek istiyorsanız, onlara saklanabilecekleri ve kendilerini güvende hissedebilecekleri bolca yer sunmalısınız. Bazı balıklar zamanının büyük çoğunluğunu kuytu yerlerde geçirir ve bu yüzden açık alanlardayken ihtiyaçları olduğunda çabucak gidip gizlenebilecekleri yerlerin nerelerde olduğunu bilmek isterler.

Loachlar, çöpçüler ve diğer dipçil türler, çoğunlukla gececil balıklardır ve gündüz vakitlerinde onları pek fazla göremezsiniz. Ancak, yemleme saatinin günün hangi zamanında olduğunu farkettikleri zaman, o süre zarfında daha çok görünmeye başlarlar.

Fakat yine de -yemleme saatinin ne zaman olduğunu bilseler bile- eğer saklanabilecekleri ve kendilerini güvende hissedecekleri yerler yoksa, açık alanlara çıkmayabilirler. Akvaryumda tetra ve barb gibi sürü balıkları ile gurami, canlı doğuranlar vb. balıklar varsa, normalde saklanma davranışı sergileyen balıklar çoğunlukla açık alanlarda sürüler hâlinde veya sadece yüzer hâlde bulunur.

Eğer balıklarınıza hoşlarına giden, özellikle çalılık görüntüsü veren bitkilerin de bulunduğu yerler sunduysanız, doğal davranışlarını sergilemeleri muhtemeldir. Eğer kendilerini tehlikede hissettiklerinde gidecekleri yerleri biliyorlarsa, açık alanlarda daha rahat olacaklardır.

Bazı balıklar ise saklanmak için kovuklara ihtiyaç duyar. Bunların en bilinenleri hayalet balığı (Apteronotus albifrons) ile fil balığıdır (Gnathonemus petersii). Ayrıca elektrik dalgaları ile yön tayin eden bu balıklar, kovuklarda izole durumda bulundukları zamanlarda kendilerini oldukça güvende hisseder.

Bir parça plastik veya odun boru da iyi iş çıkarır ve balıklarınızı görmenizi kolaylaştırır. Plastik veya odun boru, birçok loachın, özellikle de makrakantaların hoşuna gidecektir. Bu balıklar da saklanmak için yere ihtiyaç duyar ve onlara saklanma yeri sunmazsanız, her zaman ürkek durup saklanmaya çalışacaklardır.

Bir daha akvaryumcuya gittiğinizde, balıklarınız için uygun dekorlara da bir göz atın. Eğer akvaryum dekorsuz ve bomboşsa, bu durum almak istediğiniz balığa uygun olmayabilir. Balığınız saklanma alanına ihtiyaç duyacak ve bunu bulamayınca renkleri solacak, akvaryumun bir köşesine sinik veya filtrenin arkasına sığınmış vaziyette duracaktır.

Akvaryumcularda süsler, plastik bitkiler, testiler ve plastik boru benzeri dekorlar bulunmaktadır. Boş bir akvaryum yerine bu materyallerden alıp akvaryumunuzu dekore edebilir, balıklarınızı daha mutlu, daha sağlıklı ve daha az stresli kılabilirsiniz.

Akvaryumda saklanma yeri bulunmadığında, balıklarınız çok stresli olacaktır. Sürekli saklanmaya çalışan bir görüntü hâlinde bulunacaklar ve renkleri solacaktır. Stres yüzünden yem yemeyecekler ve hastalıklara ve parazitlere daha elverişli bir duruma geleceklerdir; saklanma yerleri bulunan balıklara göre çok daha kötü bir sağlığa sahip olacaklardır.


Yazar: David A. Lass
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: fishchannel.com
Çevirmenin notu: 1) Balıklarınıza saklanma yerleri sunarken, mümkün olduğunca doğal materyaller seçmeye çalışın. Düşük pH isteyen balıklar için mangrov kökleri, ağaç dalları, hindistan cevizi kabukları; yüksek pH isteyen balıklarınız için doğadan toplayıp iyice dezenfekte edeceğiniz taşlar ve kayalar oldukça işinize yarar ve akvaryumda doğal bir görüntü yaratır.
2) Bazı gececil türler için saklanma davranışı kaçınılmaz bir durumdur; ne kadar saklanma yeri olursa olsun ortaya çıkmayacaklardır. Bu türler için akvaryumda olabildiğince loş ortam oluşturulmalıdır.

Balık İdrarında Ne Var?

Balık idrarının çoğunlukla tamamen amonyak içerdiği söylenir ama Matt Clarke açıklıyor ki bu %100 doğru değil.

Çoğu insan, balık idrarında tamamen amonyak bulunduğunu zanneder ama balık, azotlu atıkların sadece %2 ila %25’ini idrar yoluyla boşaltır.

Amonyağın çoğu, solungaçlardan atılır.

Sazan balığı, azotlu atıkların %56’sını amonyak olarak solungaçlardan atar. Geri kalan atıklar idrar yoluyla boşaltılır ve ayrıca basit azotlu bileşimler de yine solungaçlardan bırakılır.

İdrarda azotlu organik asitler olan kreatin ve kreatinin gibi diğer maddeler, ek olarak da muhtemelen amino asitler ve bir miktar üre bulunur.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: Solungaçlardan bırakılan amonyak miktarının balık türlerine göre değişkenlik gösterdiği düşünülmektedir.
İlgili makaleler: 1) Cichlidler, İdrarlarıyla İletişim Kuruyor
2) Amonyak Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
3) Akvaryumda Amonyak Tespit Edersem Ne Yapmalıyım?

Tatlı Su Yengeçleri

Tatlı su yengeçleri genellikle akarsularda, göletlerde ve barajlarda bulunur ve bu sular kurak dönemlerde zaman zaman kurur. Yengeçler de yağmur dönemine kadar kendilerini kuma veya çamurlu zemine gömer. Çukurların içindeki nemli hava onları yağışlara kadar ıslak tutar.

En fazla ulaşabildikleri boy: 2,5 cm. - 10 cm.

Ortalama yaşam süreleri
: Yaklaşık 5 yıl

Beslenmeleri: Pul, granül ve tablet yemler ve dondurulmuş veya canlı besinler verilebilir. Verilmeden önce dondurulmuş yemlerin çözünmesi beklenmelidir. Çok çeşitli yemlerin sunulması, sağlıkları açısından önemlidir.

Su değerleri: 18 - 26°C, uygun sıcaklık aralığıdır. pH değeri 7 civarında, GH 100 - 200 ppm. aralığında olmalıdır. Diğer akvaryum canlılarında olduğu üzere yengeçler için de su değerleri çok önemlidir. Asidik sularda uzun süre yaşayamazlar. Ayrıca suda amonyak, nitrit ve bakır elementi olmamalıdır.

Paludaryum ortamı: Yengeçler hem suda hem kara yaşayan hayvanlardır. Hava soluyabilecekleri, "ada" kabul edilebilecek yerlere ihtiyaç olduğundan, paludaryumlarda bakılmalıdırlar. Zaman zaman su dışına çıkmaları, solungaçlarının su altındayken daha etkili ve sağlıklı olması için gereklidir.


Paludaryumda bulunan toprak alanlar, yengecin doğal ortamındaki gibi çukur kazıp kendisini iyi hissetmesini sağlayacaktır. Paludaryumdaki yarı sucul, yarı karasal ortam yengeç için çok daha ideal bir ortam olacaktır.

Uyumlulukları: Yavaş yüzen balıklarla, salyangozlarla ve diğer kabuklularla bir arada bakılmamalıdırlar çünkü yengeçler yakaladıkları her şeyi yer. Ölü, hasta ve ölmek üzere olan balıkları çabucak tüketirler. Paludaryumun sucul kısmında hem balıklar hem yengeçler için saklanacak alanlar yaratılmalıdır. Ağaç kökleri, kayalar ve kovuklar (Hindistan cevizi kabukları) uygun olur. Akvaryum üzerinde de kapak veya cam olmalıdır zira yengeçler çok iyi birer tırmanıcıdır; tutunabildikleri her yüzeyden tırmanabilirler.

Balıklarda da önemli olduğu üzere paludaryumun büyüklüğüne göre beslenecek yengeç sayısına dikkat edilmelidir. Her bir yengeç için zeminde 30 santimetrekarelik alan gerekir.

Temel gereklilikler:
- Paludaryum veya havuz
- Filtre sistemi
- Havalandırma
- Aydınlatma
- Taban malzemesi (Çakıl, kum, taş vb.)
- Yem
- Mümkün olduğunca sabit değerlerde tutulan su

İsteğe bağlı gereklilikler:
- Dekor
- Bitki (Canlı veya yapay)
- Test kitleri (pH, amonyak vb.)
- Fon


Çeşitli kaynaklardan çevirip uyarlayan: Anıl Altın

Balık Uyumluluğunu Anlamak

Balıkları özellikle çok daha yaygın olduğu üzere 200 litrelik veya daha küçük akvaryumlarda bir arada yaşatmak, hobicilerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olabilir. Birçok defalar bir hobici bir balığı “Akvaryumcu senin akvaryumuna uyar dedi.” diyerek, aslında sadece bu balığın akvaryumdaki diğer balıklarla geçinemediğini görmek üzere satın aldığı olur. Bu gibi durumları gerçekleşmeden önce tahmin etmeyi öğrenme, çoğunlukla sadece deneyimle kazanılabilir. Umarım ben bu makalede, küçük bir cam kutu içinde bir balık topluluğu yaratmaya çalışılırken dikkate alınması ve kaçınılması gereken bazı şeylere dikkat çekebilirim.

Anlamanız gereken bir şey, balıkların içgüdüsel olarak hareket ettikleridir. Bir balığı başka bir balıkla anlaşabilmesi için “eğitemezsiniz”. Balıklar, içgüdüsel olarak iki şeyle ilgilidir: Beslenme ve üreme. Akvaryuma yeni bir balık eklediğinizde yerleşik balıklar, kur yapma ve beslenme açısından yeni bir bölge kurma konularında rekabete girmek durumunda kalır. Birçok balık için bu “bölge”, akvaryumun tamamı olabilir.

Yaygın olarak gördüğüm hatalardan biri, hobicilerin aynı akvaryuma birden fazla Gurami erkeğini koymalarıdır. Neredeyse herkes iki Betta erkeğinin bir arada bakılamayacağını bilir. Peki Guramilerle Bettaların çok yakın kuzenler olduğunu biliyor muydunuz? Bir erkek Guraminin diğer erkek Guramiye davranışı, neredeyse Betta erkeklerinin bir arada tutulması sonucunda ortaya çıkan agresiflik ölçüsünde olabilir. Bunun çok basit bir nedeni vardır: Erkek Gurami, dişi Guramilere kur yapma konusunda rekabete girmek istemez; doğada başka bir erkek kendi yüzme alanına giriş yaptığında, onu gölün veya akarsuyun başka bir alanına gidinceye kadar acımasızca kovalayacaktır. Ancak ne yazık ki akvaryum ortamında ikinci erkek Guraminin saklanacak veya kaçacak yeri yoktur. Sonuçta, ilk erkeğin uyguladığı sürekli zulüm, iki durumdan biri ortaya çıkıncaya kadar devam edecektir: 1) Eziyet çeken balık hastalanır ve hastalık tüm akvaryuma yayılır. 2) Balık, akvaryumun üst kısmında bir boşluk bulur ve buradan dışarıya atlar. Hobicinin tek bir erkek ve birkaç dişi Gurami alması durumunda bütün bunların önüne geçilebilir.

Birçok balık, buna benzer davranışlar sergileyecektir. Erkek canlı doğuranların da pek geçinemediklerini dikkate alabilirsiniz. Neyse ki canlı doğuranlar çok fazla alana ihtiyaç duymaz, yani 80 veya 100 litrelik bir akvaryumda birden fazla erkeği bir arada tutabilirsiniz. Ancak iki kılıçkuyruk erkeğini 40 litrelik bir akvaryumda bir araya getirmeye çalışırsanız, bu bazen sıkıntıya yol açabilir. Bu durum sürü balıkları için çoğunlukla geçerli değildir. Çoğu Barb, Danio, Rasbora ve Tetra türünde birçok erkeğin bir araya gelmesi durumu sorun teşkil etmez. Sorun, sürüye yeni bir üye eklemeye çalışıldığında ortaya çıkar. Bir balık sürüsü, akvaryumda bir hiyerarşi geliştirecektir. Baskın erkek, bu hiyerarşide en üst basamağa yerleşir ve baskın dişinin ilgisini kazanmakla birlikte, beslenme alanının merkezinde olmakla ödüllendirilir. Bu, tüm sürü boyunca var olan bir hiyerarşidir. Akvaryuma aynı türden yeni bir balık eklediğinizde ise sürünün düzeni altüst olur. Sürünün yerleşik üyeleri, sağlıklıdır ve akvaryumdaki hayata uyum sağlamışlardır. Sürüye yeni eklenen balık ise akvaryuma alışamamış ve strese girmiştir. Hayatta kalma olasılığı en azından şüpheli durumdadır. Hayatta kalsa bile sürü içindeki mücadeleler yüzünden çok fazla strese maruz kalma ve eklendikten kısa süre sonra hastalık geçirme olasılığı yüksektir. Bu problemin kolay çözümü, sürünün tüm üyelerinin akvaryuma aynı günde eklenmesidir. Daha sonra tekrar balık eklemeye karar verirseniz, sayıyı yüksek tutmalısınız. Bu uygulama da sürünün düzenini bozacaktır ama yeni balıkların sürüye daha az stres yaşayarak alışmalarını sağlayacaktır.

Dikkate alınması gereken diğer bir şey de balıkların akvaryuma eklenme sırasıdır. Birçok defa, A türü B türünden önce eklendiği için bu iki tür sorunsuzca yaşayabilmektedir. Bu durum daha çok hobicilerin başlangıçta balık için çok fazla para harcamak istememesinden kaynaklanır. Giderler ve küçük bir Zebra Danio veya Siyah Etekli Tetra sürüsü satın alırlar. Sorun, bu balıkların sonradan eklenecek uzun yüzgeçli türleri tırtıklayabilecek olmasıdır. Yani, akvaryuma daha sonra Melek Balığı eklemek isterseniz, başlangıçta Siyah Etekli Tetra seçimini yapmamanız gerekir. Çözüm basittir: Zaman içinde aynı akvaryumda beslemek istediğiniz tüm türlerin bir listesini yapın. Bu liste size seçimlerinizi en uygun sıra doğrultusunda satın almanız için olanak sağlayacaktır.


Yazar: Mark Lehr
Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: aquahobby.com
Çevirmenin notu: Yazarın belirttiği gibi yıllar içinde edinilen deneyim elbette ki çok önemlidir ama her şeyden önce, başta temel konular ve tür bilgileri olmak üzere hobi üzerine yazılmış kaynakları okumak, doğru adımlar atmak açısından ışık tutacaktır.

27 Haziran 2014 Cuma

Canlı Doğuranlar Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Matt Clarke, canlı doğuranlar hakkında sıkça sorulan sorulara cevap veriyor.

Canlı doğuran nedir?
Birçok balık yumurta döker ama bazıları canlı doğurur. İki tip canlı doğuran vardır: Vivipar ve ovovivipar. Ovovivipar canlı doğuranlarda yumurtalar anne karnında çatlar; yavrular belirgin bir vücut yapısıyla doğar ve besinleri yumurtadan alırlar. Vivipar canlı doğuranlarda ise yavrular besinleri direkt anneden alır.

Yaklaşık 480 balık familyasından 15 tanesi, canlı doğuran türleri içerir; tüm köpekbalıklarının ve vatozların yarısı ile lepistes, plati, moli ve kılıçkuyruk gibi balıklar ve bazı sıra dışı türler, bunlara dâhildir.

Cinsiyetlerini nasıl ayırt ederim?
Lepistes, plati, moli ve kılıçkuyruk gibi türlerin erkeklerinin anal yüzgeçleri, dişiyi içten döllemek için kullanılan ve gonopod adı verilen bir organ hâlindedir. Dişilerde gonopod yoktur; dişilerin anal yüzgeçleri üçgen şeklindedir ve cinsiyet ayrımı kolayca yapılabilir.

Phallichthys fairweatheri gibi bazı türlerde gonopod, vücut uzunluğunun yarısı kadar olabilir.

Hormona maruz kalmış dişilerde de gonopod bulunabilir. Bu dişiler üreme açısından verimsizdir ve bunlardan uzak durulmalıdır.

Çift olarak beslemek ideal midir?
Erkekler fazlasıyla üreme meraklısı olabilir, dolayısıyla dişilerin strese girmemesi açısından bir erkeğe en az iki dişi düşecek şekilde bir düzenleme yapılmalıdır.

Hamilelik süreleri ne kadardır?
Bu süre türden türe farklılık gösterse de en yaygın bulunan canlı doğuranlar her dört ila altı haftada bir, 20 ila 200 yavru dünyaya getirir.

Birçok canlı doğuran, üreme çağına çabucak ulaşır; erkek lepistesler iki ay, dişilerse üç ay sonra üreyebilecek konuma gelir. Dolayısıyla eğer fazla dişi varsa, akvaryumda kısa sürede nüfus patlaması yaşanabilir.

Akvaryumda erkek balık yok ama yine de yavru alıyorum. Bu nasıl mümkün olabilir?
Birçok canlı doğuran türün erkeği, spermatozeugmata (sperm demetleri) adı verilen sperm paketi üretir ve dişi bununla döllenir. Sperm demetleri, dişinin rahminde ve yumurtalıklarında bir yıla yakın süre kalabilir ve tek bir döllenme ile dişi defalarca başarılı doğum gerçekleştirebilir.

Sadece dişileri satın alırsanız ve şanslıysanız, bunlar daha önceden döllenmiştir ve akvaryumda tamamen dişi balık olsa bile yavru alırsınız. Eğer yavru almak istemiyorsanız, akvaryumda hiç dişi olmaması gerekir.

Yavruları nasıl besleyebilirim?
Canlı doğuran yavruları çoğunlukla yumurta dökücü türlerinkine göre daha büyüktür ve yumurta kesesinden beslenmek yerine direkt yem yiyebilirler. Birçok yeni doğan canlı doğuran yavrusu, sıvı veya toz yemle yahut artemia larvasıyla beslenebilir. Birkaç hafta içinde çabucak büyürler ve bundan sonra parçalanmış pul yem verilebilir.

Yavruluk kullanmalı mıyım?
Birçok uzman, canlı doğuranlar için yavruluk kullanmanın uygun olmadığını ve dişinin strese girmesine neden olabileceğini söyler.

Eğer Cabomba gibi yoğun yapraklı bitkilerin bolca bulunduğu ve yavruları avlama meraklısı türlerin olmadığı bir karma akvaryuma sahipseniz, burada belli sayıda yavruyu büyütebilirsiniz. Daha çok yavru büyütmek içinse ayrı bir akvaryum kurmalısınız.

Lepisteslerin bakımının kolay olduğunu duydum. Öyleyse benim aldıklarım neden hep ölüyor?
On ila yirmi yıl önce lepistesler dayanıklı, hastalıklara karşı dirençli ve bakımı kolay balıklardı. Günümüzde ise durum biraz değişti ve bakımı zor, hastalıklara yatkın ve kirliliğe karşı hassas balıklar hâline geldiler.

Aynı soydan çiftleştirme, hormon verilmesi ve antibiyotiklerin yanlış kullanılması lepisteslerin genetiği ve sağlığıyla ilgili problemlere yol açmış, onları daha zayıf hâle getirmiştir.

Lepisteslerimin yüzgeçleri parça parça. Yanlış olan nedir?
Erkek lepisteslerin uzun yüzgeçleri özellikle bazı barb ve tetra türleri tarafından kemirilebilir. Satın almadan önce türlerarası uyumluluğu dikkate almakta fayda vardır.

Parçalanmış yüzgeçler bazen kirpikli parazit Tetrahymena‘nın yol açtığı bir lepistes hastalığının belirtisi olabilir. Bu hastalığın tedavisi çoğu zaman zordur ama parazit giderici, özellikle de bir miktar bakır içeriğinin bulunduğu tedaviler etkili olabilir.

Litre başına 2 - 3 gr. tuz ilave etmek, vücut tuzlarının açık yaralardan akıp gitmesinin önlenmesi açısından yararlıdır. Su kalitesinin iyi olması ise şarttır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

26 Haziran 2014 Perşembe

Bilimsel Adlar Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Matt Clarke, balıkların bilimsel adları hakkında sıkça sorulan soruların bazılarını cevaplıyor.

Neden bilimsel adlara gerek duyarız? Yaygın adları kullanmanın ne sakıncası olabilir?
Her bir balık türü için geçerli olan sadece tek bir bilimsel ad vardır ama aynı balığın çok sayıda yaygın adı bulunabilir. Örneğin Poecilia reticulata türünü ele alalım. Aşağıda bu balığa çeşitli ülkelerde takılmış adların bir listesi yer almaktadır:

Lepistes - Türkiye (Türkçe)
Guppy (İngilizce)
Wilder Riesenguppy - Almanya (Almanca)
Millionenfisch - Almanya (Almanca)
Barrigudinho - Brezilya (Portekizce)
Barrigudinho-mexicano - Brezilya (Portekizce)
Gpi - Brezilya (Portekizce)
Lebistes - Brezilya (Portekizce)
Mexicano - Brezilya (Portekizce)
Sarapintado - Brezilya (Portekizce)
Gup - Hollanda (Hollandaca)
Guppii - Japonya (Japonca)
Barbados millions - Hindistan (İngilizce)
C bay mu - Vietnam (Vietnamca)
Cytrynwka - Polonya (Lehçe)
Gupik pawie - Polonya (Lehçe)
Bandera - Ekvador (İspanyolca)
Gupi - Ekvador (İspanyolca)
Guppie - Güney Afrika (Afrikanca)
Miljoenvis - Güney Afrika (Afrikanca)
Hung dzoek ue - Hong Kong (Kanton lehçesi)
Ikan seribu - Endonezya (Malayca)
Lareza tripikaloshe - Arnavutluk (Arnavutça)
Miljoonakala - Finlandiya (Fince)
Million fish - Kenya (İngilizce)
Poisson million - Fransız Polinezyası (Fransızca)
Queue de voile - Kanada (Fransızca)
Sardinita - Venezuella (İspanyolca)

Eğer size Poecilia reticulata ile Systomus tetrazona türlerinin aynı akvaryumda bakılamayacağını söylersem, hangi balıklardan bahsettiğimi anlar ve bunun nedenini araştırıp bulabilirsiniz. Ama bu iki türün yaygın adlarıyla ifade edilmesi durumunda, muhtemelen o dili bilmeyen kişiler tarafından hiçbir şey anlaşılamayacaktır.

Bilimsel adlar, dil farklılıkları nedeniyle kafa karışıklığı yaşama çekincesi olmadan herhangi bir tür hakkında etkili şekilde bilgi alışverişi yapabilmek adına bilim adamları ve diğer insanlar için küresel bir dil ortaya konulmasını sağlar.

Bazı durumlarda bilimsel addan sonra yazılan kişi adı ve tarih, ne anlam ifade eder?
Bilimsel addan sonra yazılan kişi adı ve tarih, türü sınıflandıran kişinin adını ve ilk defa hangi yılda sınıflandırıldığını belirtir. Örneğin Puntius denisonii (Day, 1865) ifadesi, bu balığın 1865 yılında Day tarafından sınıflandırılmış olduğunu anlatır.

Kişi ismi ve tarihin parantez içinde olması ne anlama gelir?
Parantez kullanımı, önceden balığın şu andakinden farklı bir adla sınıflandırılmış olduğunu gösterir.

Örneğin Puntius denisonii (Day, 1865), balığın 1865 yılında Day tarafından farklı bir ad altında sınıflandırılmış olduğunu göstermektedir. Bu önceki ad(lar), FishBase gibi çok kapsamlı sitelerde araştırma yapılarak bulunabilir.

Puntius denisonii, ilk olarak Labeo cinsinde sınıflandırılmıştır ama sonrasında Day’in yanlış yaptığını bulan başka bir bilim adamı tarafından yeni bir cinse taşınmıştır.

FishBase sitesinde Puntius denisonii türünün diğer adlarının bulunduğu tabloyu incelediğinizde, türün sınıflandırılma geçmişine ulaşırsınız; burada bilim adamları tarafından yapılan yazım hataları ve yanlış sınıflandırmalar dâhil olmak üzere, balığa konulmuş tüm adlar yer almaktadır.

Kişi isminin ve tarihin olması önemli midir?
Çoğunlukla kısa ve öz anlatım açısından bu iki bilgi kullanılmaz ama bazen, özellikle de balık için sınıflandırma düzenlemeleri veya farklı sorunlar olmuşsa, bu bilgileri bilmek önemli olabilir. Eğer kişi ismini ve tarihi yazacaksanız, parantezin varlığı çok önemlidir.

Neden Latince yazılırlar?
Bilimsel ad uygulaması 1700’lerin ortalarında ilk ortaya çıktığında, bilim adamları tarafından kullanılan evrensel dil Latinceydi. Bilimsel adlar ilk defa, Latinceyi çok seven ve hatta ismini bile Latinceye çeviren İsveçli Carl von Linne (Carl Linnaeus) tarafından formülize edilmiştir. Balık türlerini de sınıflandırdığından, Linnaeus ifadesini birçok farklı balığın bilimsel adının yanında görebilirsiniz.

Neden italik harflerle yazılırlar?
Bilimsel adlar veya başka bir deyişle cins, tür ve alt tür adları, her zaman için italik harflerle yazılmalıdır ya da eğer kâğıt üzerine yazılacaklarsa, altları çizilmelidir.

Diğer sınıf aşamalarında (Örneğin Cichlidae gibi familya adları) veya Latince dışındaki dillerde görülen karşılıklarında (Örneğin cichlidler) italik yazım asla kullanılmaz.

Çironim nedir?
Çironim, henüz resmî olarak sınıflandırılmamış türler için kullanılan geçici isimdir. Akvaryum ticaretinde sadece çironimleri bulunan birçok balık yer almaktadır. Örnek kullanım Puntius sp. "High Fin" şeklindedir; tırnak işareti içindeki ifade italik yazılmaz. Bu tür, yakın zamanda Oreichthys crenuchoides adıyla sınıflandırılmıştır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: Bilimsel adlarla ilgili bu makalede üzerinde durulanlar, sadece balıklar için değil, tüm canlılar için geçerli konulardır.

İstilâcı Türlerin Savaşı

Michelle Jackson ve meslektaşları, Kenya’da Naivasha Gölü’ndeki sistem üzerinde araştırma yaptılar. Kırmızı Bataklık Kereviti (Procambarus clarkii) 1970’lerin sonunda ve Yaygın Sazan (Cyprinus carpio) ise 1998 yılında göle bırakılmıştı.

Stabil izotopu ve sekiz yıllık eş zamanlı ekolojik verileri kullanarak araştırmacılar sazan ve kerevit arasında gerçekleşen tropik etkileşimi mercek altına aldılar.

Kerevit popülasyonu azalırken sazanın hızla çoğaldığı bulgusuna ulaştılar. Her iki tür de aynı yiyecek kaynağını kullanıyordu ama sazan popülasyonundaki bariz artış, kerevitlerin ancak su aygırı dışkısı gibi düşük kalitedeki yiyecekleri tüketmesine yol açtı.

Sazan, göldeki kerevit popülasyonunun ortadan kalkmasına neden olabilecek şekilde kereviti böyle bir beslenme konumuna itmede oldukça başarılıdır; zira araştırmacıların 2009 yılından beri numunelik kerevit yakalama konusunda başarısız olmaları, bu düşünceyi desteklemektedir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: İstilâcı türlerin hem yerel türlere hem de kendilerinden önceki istilâcı türlere direkt veya dolaylı yollardan zarar vermeleri, dünya genelinde birçok habitatta ciddi sıkıntılara yol açmaktadır; ABD ve Avustralya başta olmak üzere bazı ülkelerde istilâcı türlere karşı başlatılan ve devam ettirilen mücadeleler söz konusudur.

Japon Balıkları Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Matt Clarke, Japon balığı besleyecekseniz, size ihtiyacınız olan her şeyi anlatıyor.

Fanusta kaç tane beslemeliyim?
Hmm, hiç. Japon balıklarını fanusta beslemeyi önermiyoruz. Eğer gerçekten balığı sağlıklı şekilde beslemek istiyorsanız, uygun şekilde kurulacak bir akvaryum çok daha iyi bir seçim olur.

Ama dayımın fanusta yıllardır beslediği bir Japon balığı var.
Dayınız çok şanslıymış. Fanusta beslenen Japon balıklarının büyük çoğunluğu uzun süre yaşayamaz ve yaşadıkları süre içerisinde iyi hayat şartlarına sahip olmaz.

Genellikle birkaç santimlik boydayken satılsalar da Japon balıkları 15 santime, hatta uygun ortamda daha büyük boya ulaşır. Kısıtlı alanda balığın büyümesi bir süre sonra duracaktır ve bundan sonra bazı riskler baş gösterebilir. Büyük bir alanda balığınız çok daha mutlu olacaktır.

Japon balığı için önerilen akvaryum ölçüleri nedir?
En az 60 santim uzunluğuna sahip bir akvaryum düşünülmelidir. Bu ölçü, birkaç genç Japon balığı için yeterli gelse de balıklar büyüdükçe daha büyük bir akvaryuma gereksinim duyulacaktır.

Ne yazık ki akvaryumcular tarafından çok küçük akvaryumlar önerilip satılmaktadır ancak bunlar balıkları güzel şekilde yaşatmak için uygun değildir. Bir veya belki iki küçük balık için böyle bir akvaryum uygun olsa da zamanla şartlar kötüleşecek, su kalitesini devam ettirmek zorlaşacaktır; balıklar bu durumdan hoşnut olmayacaktır.

Filtreye ihtiyacım yok, değil mi?
Filtre, Japon balığı için bile şiddetle önerilir. Balıklar toksik atık üretir ve bu atıklar temizlenmezse balıklara zarar verebilir. Filtre bunların temizlenmesini sağlar ve balıkların yaşam kalitesini arttırır.

Dayanıklı oldukları düşünülse de günümüzde Japon balıkları giderek hassas hâle gelmiştir; su kalitesi bozulursa hastalanabilir ve ölebilirler.

Bir miktar bitki, oksijenlendirme için yeterli gelir mi?
Maalesef, hayır. Muhakkak filtre kullanmanızı öneriyoruz. Su bitkileri gün içinde fotosentez yaparak suyu oksijenlendirir ama gece boyunca sadece solunum yaparak sudaki oksijeni kullanırlar. Ayrıca Japon balığı ağırlıklı olarak otçuldur ve akvaryumdaki bitkilerin tadına bakmak isteyecektir.

Peki tek başına hava motoru yeterli gelir mi?
Tek başına hava motoru hiç yoktan iyidir ama yine de balığınız için şartları uygun hâle getirmez. Eğer balığınızın güvende ve mutlu olmasını istiyorsanız, kesinlikle bir filtre edinmelisiniz. Bütün bu gerekliliğe rağmen illa ki filtre almayacaksanız, ne kadar gürültülü olursa olsun hava motorunu 24 saat açık bırakmalısınız.

Bazı akvaryumlarda tabanda plastik bir ızgara gördüm. Bu bir filtre midir?
Evet, taban filtresi Japon balığı akvaryumlarında kullanılan bir filtredir. Eski tip bir filtre olsa da düzenli bakımı yapılırsa iş gören bir aygıttır. Plastik ızgaralar çakılların altına gömülür ve birkaç dikey boru yukarı doğru uzanır. Bir hava motoru ile filtreye hava pompalanır.

Baloncukların boruların içinden yukarıya doğru hareketi, pislik yüklü suyun çakılların içinden geçmesine neden olur. Bu sayede pislikler çakılların içine hapsolur ve buradaki yararlı bakterilere besin kaynağı olurlar.

Bu bakteriler, çürümekte olan pislikleri ayrıştırır ve suyun kirlenmesini ve balıkların hastalanmasını önlerler.

Taban filtresi gürültü çıkarır mı? Geceleri kapatabilir miyim?
Yapısı gereği, taban filtresine takılan motor bir miktar ses çıkarır ve bu ses yatak odası gibi sessiz bir odada rahatsız edici olabilir.

Geceleri filtreyi kapatmak iyi bir fikir değildir. Filtrenin içinde yaşayan bakteriler, oksijenli su akışına ihtiyaç duyar; akıntı olmadan bakteriler ölecektir ve su kirlenecektir. Filtrenin 24 saat boyunca çalışması gereklidir.

Tabandaki çakıllar kirlenirse onları nasıl temizlerim?
Çakıllar kirlendiğinde çıkarıp musluk suyunda yıkamak mantıklı görünse de bu pek akıllıca olmaz.

Taban filtresinin üstündeki çakıllarda trilyonlarca yararlı bakteri bulunur ve eğer çakıllar yıkanırsa, bu bakterilerin hepsi ölecektir. Yeterli bakterinin bulunmadığı bir akvaryumda balık atıkları temizlenemez ve su kirlenir, balıklar hastalanabilir.

Çakılları çıkarmak yerine bir dip temizleyicisi satın almalısınız. Bu temizleyiciler ucuzdur ve kullanımları kolaydır. Tek yapmanız gereken sifonlamayı başlatmak ve dışarıdaki ucu bir kovanın içerisine koymaktır.

Temizleme aparatının ucunu çakılın içine soktuğunuzda, çakıllar girdaba kapılarak döner. Kirli su haznede emilecektir ve çakıllar akvaryumda kalacaktır. Haftada bir bu temizleyiciyle dip temizliğini yaparsanız, akvaryumdaki suyun pırıl pırıl olduğunu göreceksiniz.

Su değişimlerini musluk suyuyla yapabilir miyim?
Hayır. Musluk suyu klor içerir (ayrıca yaşadığınız yere başlı olarak kloramin de içerebilir) ve klor, balıklar ve filtredeki bakteriler için zehirlidir. Yeni su eklemeden önce suyu dinlendirmeli veya suya klor giderici kimyasal eklemelisiniz.

İç filtre kullansam nasıl olur?
İç filtre iyi iş görür ama temizlerken dikkatli olmalısınız. Bu filtreler tamamen suyun içinde olur ve çoğunlukla küçük bir motor yardımıyla suyu filtrenin içerisindeki süngerden geçirerek süzer.

Sünger, kiri bünyesinde hapseder ve taban filtresinin içindeki çakıllar gibi, yararlı bakterilere ev sahipliği yapar. Sünger, musluk suyunun altında asla yıkanmamalıdır zira sudaki klor, bakterileri öldürür.

Temizlik için önce filtreyi kapatın, süngeri çıkartın, dip temizleyicisi ile dipten suyu bir kovanın içerisine vakumlayın ve süngeri bu suyun içerisinde çalkalayın. Bu sayede süngerdeki bakteriler hayatta kalacaktır.

Bir zaman sonra yıpranan süngeri yenilemek gerekecektir ama burada kritik nokta, süngeri tek seferde değiştirmemektir. Süngeri ikiye bölüp önce bir parçasını, bir sonraki ay da diğer parçasını değiştirebilirsiniz.

Farklı şekillerde birçok Japon balığı gördüm. Bunlar farklı türler midir?
Hayır, sadece tek bir tür Japon balığı vardır: Carassius auratus. Ancak yüzyıllardan beri yapılan seçici üretimlerle farklı birçok varyete ortaya çıkarılmıştır. Bu varyetelerin çoğu, yaygın Japon balığından farklı görünüme sahiptir.

Yaygın Japon balığı ile komet ve shubunkin, en fazla görülen tek kuyruklu varyetelerdir. Bunlar genellikle dayanıklı, bakımı kolay ve oldukça fazla büyüyebilen balıklardır.

Çift kuyruk, yuvarlak vücut, tül kuyruk, patlak göz gibi özelliklere sahip olan balıklarsa daha küçük boyda kalır ve daha hassas olurlar. Ayrıca su kalitesini sağlayamazsanız çoğunlukla hastalıklara, özellikle de bakteriyel enfeksiyonlara maruz kalırlar.

Tek kuyruklularla çift kuyrukluları bir arada tutmam uygun mudur?
Bir arada tutulmaları uygundur ama ayrı tutmak en iyisidir. Tek kuyruklu varyeteler hızlı yüzücüdürler ve kavgacı olabilirler; çift kuyruklular ise daha çok sallana sallana yüzer. Çift kuyruklu varyeteler kendilerini rahat hissedemezlerse tek kuyrukluları ayırmanız gerekebilir.

Bazen neden sürekli su yüzeyine yakın yüzüyorlar?
Bu, balığın hava kesesindeki bir problemle ilintilidir; hava kesesi, balığın yüzme yeteneğini kontrol etmesini sağlayan bir organdır.

Birçok şey hava kesesinin zarar görmesine neden olabilir ve nedene bağlı olarak balık su yüzeyine çıkabilir veya dibe çökebilir. Çoğu durumda gerçekte ne olduğunu söylemek imkânsızdır; dolayısıyla çözüm yolunu ancak deneme yanılma yoluyla bulmak mümkün olabilir.

Kuru yemler bazen bağırsaklarda şişer ve yüzme problemine yol açar. Bu gibi bir durumda balığa başta misket yemler olmak üzere kuru yemler vermeyi kesmeli ve su piresi gibi canlı yemler sunmalısınız.

Bu işe yaramazsa, hava kesesinin işlevini yitirmesine neden olan bir çeşit bakteriyi öldürmeyi hedefleyen tedavi yöntemlerini deneyebilirsiniz (Bkz. Interpet Swimbladder Treatment).

Bu uygulamalardan hiçbiri fayda etmezse, muhtemelen problem genetiktir ve tedavisi yoktur. 'Süslü' varyetelerin iç organları çoğunlukla doğal olmayan bir şekilde dizilmiştir ve bu varyetelerde hava kesesi problemlerine sıkça rastlanmaktadır. Çoğu durumda hava kesesi problemleri ölümcül boyutta olmaz ama balığınız acı çeker gibi görünüyorsa bir veterinere gidebilirsiniz.

Ne ile ve hangi sıklıkla besleyebilirim?
Birçok insan Japon balıklarını, onlar için özel olarak üretilmiş kuru veya misket yemlerle besler. Bu yemlerin markalı ve iyi kalitede olanları, araştırmalar sonucunda elde edilmiştir ve balığın ihtiyacı olan her şeyi içerirler.

Ayrıca balığınıza su piresi, çeşitli kurtlar ve hatta marul, ıspanak veya bezelye gibi bitkisel yemler de sunabilirsiniz.

Günde bir veya iki küçük porsiyon, balığınız için yeterli gelecektir. Balığın birkaç dakika içinde tüketebileceği kadar yem verilmelidir ki yenilmeyen yemler olursa bunlar muhtemelen suyun kirlenmesine yol açacaktır.

Japon balıklarıyla bir arada tutulabilecek diğer türler nelerdir?
Bu konuda seçenekler çok kısıtlıdır. Koi gibi büyük boyutlara ulaşan soğuk su balıkları uygun olmaz. Hem görece küçük hem de Japon balığının yüzgeçlerini tırtıklamayacak türlere yönelmek gerekir.

Akvaryumun uzunluğu 90 cm. ve üzerinde ise Misgurnus anguillicaudatus uygun bir seçenektir. Barışçıl ve sakin bir türdür ve Japon balıklarıyla sorunsuzca bir arada tutulabilir.

Pimephales promelas da 10 cm.'lik boyuyla oldukça güvenli bir seçenektir.

Kardinal balığı (Tanichthys albonubes) ise küçük Japon balıklarıyla bir arada olabilir ama erişkin bir Japon balığı tarafından yutulabilir.

Japon balıkları kaç yıl yaşayabilir?
10 yıldan fazla yaşayabilir ama birçoğu 20 - 30 yıl yaşamaktadır. Rekor ise yaklaşık 40 yıldır. İlk başta verilen parayı fazlasıyla hak eder ancak diğer ev hayvanlarında olduğu gibi, bu uzun yaşam süresi baştan düşünülmeli ve balık uygun şartlarda bakılabilecekse satın alınmalıdır.

Akvaryumda ışığa ihtiyaç var mıdır?
Işığa Japon balığının ihtiyacı olduğu için değil, estetik nedenlerle gereksinim duyulabilir. Işıksız bir akvaryum oldukça kasvetli ve sıkıcı olabilir, dolayısıyla muhtemelen akvaryuma ışık takmak isteyeceksiniz. Ancak ışık günde en fazla sekiz saat civarı açık bırakılmalıdır, aksi hâlde kısa sürede akvaryumda alg oluşumu gerçekleşecektir.

Satın alırken ne kadar ödemeliyim?
Yaygın Japon balığı hemen hemen her yerde bulunur ve fiyatı gayet ucuzdur. Yuvarlak vücutlu ve çift kuyruklu varyeteler ise daha pahalıdır. Balığın büyüklüğü ve kalitesi / güzelliği, fiyatını arttıran unsurlardır. Uzak Doğu'dan ithal edilenlerin fiyatı da oldukça yüksek olabilir.

Akvaryum hobisine yeni başlayanlar için iyi bir seçim midir?
Evet, bakımı oldukça kolaydır. Ancak artık önceden olduğu kadar dayanıklı bir balık değildir, özellikle de kısa gövdeli varyeteleri. Ayrıca Japon balığı görece büyük boya ulaşır ve küçük bir akvaryuma hapsedilmemesi gerekir.

Japon balığıyla hobiye adım atan birçok akvarist, kısa süre içinde tropikal akvaryuma geçiş yapar. Karma tropikal akvaryumun bakımı bir soğuk su akvaryumuna göre daha kolaydır ve balık seçimi konusunda da çok daha fazla seçenek vardır. Yine de ister soğuk su akvaryumu, ister tropikal akvaryum olsun, her akvaryumun kendine özgü bir güzelliği olduğu unutulmamalıdır. Seçim ve dizayn akvaristin kendisine kalmıştır.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
İlgili makale: Kırmızı, Siyah ve Beyaz Renkli Japon Balığı, Zamanla Siyah Rengini Kaybeder mi?

Nitrat Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Nitrat, amonyak ve nitrite oranla daha az problem yaratan bir maddedir ama yine de hafife alınmamalıdır. Matt Clarke bu yazıda nitrat hakkında sıkça sorulan soruların çoğuna cevap veriyor.

Nitrat nedir?
Nitrat (NO3-), balık atıklarının filtrede yaşayan yararlı bakteriler tarafından işlenmesiyle oluşan bir maddedir; alg gelişimini hızlandırır ve bazı balıklar ve omurgasızlar için zehirli olabilir.

Akvaryumda ne kadar bulunduğunu nasıl anlarım?
Haftada bir, sıvı veya tablet test kiti ile nitrat miktarını ölçmelisiniz. Aynı zamanda çeşme suyunu da test edip her iki sonucu karşılaştırmalısınız.

Eğer akvaryum bakımını düzenli olarak yapıyorsanız, iki sonuç arasında fazla fark olmayacaktır. Eğer yapmıyorsanız, akvaryum suyundaki nitrat seviyesi çok daha yüksek çıkacaktır.

Aslında nitrat her zaman bir problem olarak görülmedi, değil mi?
Uzun yıllar boyunca yüksek seviyede nitratın balıklar için problem yarattığı konusunda gizli bir şüphe vardı. Araştırmalar ise çok yüksek seviyeler dışında nitratın sorun yarattığını kanıtlayamadı. Ancak akvaristlerin deneyimleri göstermiştir ki nitrat, esasen balıklarda birtakım sorunlara yol açmaktadır.

Nitratı hangi seviyede tutmaya çalışmalıyım?
Nitratı olabildiğince düşük seviyede tutmaya çalışın. Bazı balıklar ve omurgasızlar, nitrat seviyesindeki artışa karşı özellikle hassastır. Omurgasızlar ve hassas deniz balıkları için, seviye 15 miligram/litrenin altında olmalıdır. Tropikal tatlı su balıkları içinse seviye 40 miligram/litrenin altı hedeflenmelidir.

Düşük nitrat seviyesini nasıl korurum?
Aşırı yemleme, yüksek nitrat seviyesine yol açan başlıca sebeptir; aşırı yemlemeden kaçınılmalıdır. Her hafta veya iki haftada bir, %25’lik su değişimi nitratın düşük seviyede kalmasına yardımcı olur. Su değişimini dip temizleyicisi ile yapmak, aynı zamanda çürüyen organik artıkların temizlenmesini de sağlar.

Nitrat yok edici filtre malzemesi, nitratı düşük seviyede tutacaktır ama yine de su değişiminin yerini tutamaz.

Yüksek nitrat seviyesinin balıklar üzerinde ne gibi etkileri olacaktır?
Yüksek nitrat seviyesi balıkları strese sokacaktır; bu durum, balıkların bağışıklık sistemini etkiler ve onları beyaz benek gibi hastalıklara karşı daha elverişli hâle getirir.

Balıkların uzun dönem yüksek nitrat seviyesine maruz kalması ise yaşam sürelerinin kısalmasına, biçimsizliklerin ortaya çıkmasına ve üreme güçlüğü çekmelerine yol açabilir.

Çeşme suyundaki nitrat oranı çok yüksekse ne yapmalıyım?
Eğer hassas balıklar veya omurgasızlar besliyorsanız, su değişimi için kullandığınız suyu nitrat giderici filtreden geçirmelisiniz.

Metalleri, böcek ilaçlarını, sertliği vs. giderdiğinden ters osmoz cihazı kullanmak, yumuşak suyu seven türler ve hassas deniz türleri için daha iyi olur.

Akvaryumdaki balıklar sağlıklı görünüyor; sudaki amonyak ve nitrit seviyeleri sıfır. Akvaryum iki yıllık. Yeni balıklar alıyorum, birkaç gün sonra yem yemeyi kesiyorlar ve çoğunlukla bir hafta içinde ölüyorlar. Sorun nedir?
Çok önemli olan amonyak ve nitrit seviyelerini ölçmüşsünüz, peki ya nitrat seviyesi?

Akvaryum kurulduğundan bu yana nitrat kademe kademe artmışsa, balıklar buna karşı bir uyumluluk sağlamış olabilir. Ancak yeni alınan balıkların yüksek seviyedeki nitrata dayanamayıp ölmeleri kuvvetle muhtemeldir.

Akvaryum bakımını çok iyi yapın ve balıkların ne kadar yem yediğini gözlemleyin. Yenmemiş yemlerin akvaryumdan çıkarılması önemlidir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: Akvaryum bitkileri, nitrat soğurma özellikleriyle nitratın akvaryumdan uzaklaştırılmasında önemli bir katkı sağlar.

Nitrit Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Nitrit, bir toksik atıktır ve yüksek seviyelerdeyken balıklar için ölümcül olabilir. Matt Clarke, nitriti arttıran unsurları ve su kalitesi bozulduğunda balıklarınızı nasıl kurtarabileceğinizi anlatıyor.

Nitrit nedir?
Nitrit (NO2-), nitrifikasyon adı verilen süreç boyunca balık atıklarının ve diğer organik maddelerin çözünmesi sırasında oluşan çok zehirli bir kirleticidir.

Nitrosomonas cinsindeki faydalı filtre bakterileri, çürüyen maddeler ve balık atıkları sonucu ortaya çıkan ölümcül amonyağı (NH3) okside ederek balıklar için daha az zehirli olan nitrite dönüştürür. Nitrospira ve Nitrobacter cinslerindeki diğer bakteriler ise daha sonra nitriti, sadece orta düzeyde zehirli olan nitrata çevirir. Suyu düzenli olarak amonyak, nitrit ve nitrat seviyeleri açısından test etmeniz çok önemlidir.

Neden nitrit oluşur?
Yüksek nitrit seviyesi, kirliliğin yararlı bakteriler tarafından başa çıkılamayacak kadar fazla olmasından kaynaklanır.

Filtre bakterileri, akvaryuma giren kirlilik miktarıyla orantısal olarak bulunur ve balıklar tarafından üretilen kirlilikle tamamen mücadele edebilecek seviyelere ulaşmaları zaman alır.

Sayıları artmaya devam ederken, su balıkları strese sokan amonyak ve nitrit ile kirlenecektir. Günlük kirlilik artışının yanı sıra yeterli sayıda bakteri bulunduğunda ise amonyak ve nitrit, sıfır seviyesinde kalıyor olmalıdır.

Yüksek nitrite neler neden olur?
Fazla yemleme ve kalabalık bir ortam, yüksek nitrit seviyesine neden olabilir ama yanlış filtre bakımı ve yeni akvaryum sendromu, belki de en fazla görülen nedenlerdir.

Yeni filtreler (ve musluk suyu altında yıkanmış veya içerisine yeni malzeme konulmuş olanlar) çok az bakteri barındırır ve kirliliği yok etmekte yeterli değildirler. Bakterilerin oluşması, sıcaklığa ve su kimyasına bağlı olarak genellikle dört ila altı haftayı bulur.

Filtreyi musluk suyunda değil, sadece akvaryumdan alınan su ile yıkamak gerekir ve içerisindeki malzeme bir anda değil, parça parça yenilenmelidir.

Yeni filtrede bakteri oluşumunu hızlandırmak için içerisine eski filtreden malzeme konulabilir veya suya bakteri kültürü eklenebilir.

Eğer yeni bir akvaryuma veya yeni bir filtreye sahipseniz, çok fazla balık eklememeli ve çok yem vermemelisiniz. Akvaryuma daha fazla kirliliğin eklenmesi, var olan hayvanlar için şartları daha tehlikeli hâle getirir.

Balıklara nasıl zarar verir?
Nitrit, balığın solungaçlarından kanına karışır ve farklı yollardan balığa zarar verir.

En dikkat çekeni, kandaki hemoglobinin içindeki demiri okside ederek, hemoglobinin aksine oksijen taşıyamayan bir molekül olan methemoglobin oluşmasına neden olmasıdır. Bu süreç (methemoglobinemi adı verilir), kanın kahverengi bir renk almasına ve balığın oldukça güç nefes alıp vermesine veya hatta boğulmasına neden olur.

Nitrit ayrıca zehirlenmeye yol açar ve bu da karaciğerde, solungaçlarda ve kanda hücre yıkımına neden olur.

Uzun süreler nitrite maruz kalan balığın bağışıklık sistemi zayıflar; eğer ki nitrit zehirlenmesinden ölmemişse balık beyaz benek, yüzgeç çürümesi ve mantar gibi bakteriyel hastalıklara maruz kalmaya başlar.

Balıklarda görülebilecek semptomlar nelerdir?
Balıklar çoğunlukla zorlukla nefes alıp verir ve oksijen seviyesinin fazla olduğu su yüzeyine yakın yerlerde olurlar. Solungaçlarını hızlı hızlı hareket ettirirler ve yüzgeçlerini kapalı tutabilirler. Balıklar nitrit zehirlenmesinin belirtilerini gösterseler bile, test uygulanmadıkça suda ne kadar nitrit bulunduğunu söylemek imkânsızdır.

Bütün balıklar için zehirleyici etki yapar mı?
Farklı türde balıklar ve hatta aynı türün farklı bireyleri bile nitrite karşı farklı uyumluluklar sergiler. Bazı türlerde kana karışan nitrit oranı daha az olur ve ayrıca nitritin zehirliliği su kimyası tarafından etkilenir. Dolayısıyla akvaryumdaki veya havuzdaki balıkların hepsi nitrit seviyesi yükseldiği için illa ölecek değildir ama yine de dikkat etmek gerekir.

Nitriti hangi seviyede tutmalıyım?
Nitrit seviyesi her zaman sıfır veya sıfıra olabildiğince yakın olmalıdır. Belli şartlar altında, hatta görece düşük sayılabilecek 0,25 miligram/litre seviyesinde bile balıklar zarar görebilir. 0,1 miligram/litre üstündeki herhangi bir seviye, bazı balıklar çok yüksek seviyelere uyum sağlayabilseler bile, potansiyel stres kaynağıdır ve kabul edilemez görülmektedir.

Akvaryumda nitrit tespit edersem ne yapmalıyım?
Yapılacak ilk işlem, nitrit seviyesinin neden yüksek olduğunu belirlemek ve seviye artışına neden olan şeyi önleyip artışın tekrarlanmamasını sağlamak olmalıdır. Bundan sonra, büyük (%50 veya daha fazla) su değişimi yaparak nitrit konsantrasyonunu sulandırmak gereklidir.

Günlük test uygulaması yapılmalı ve sonuçlara göre su değişimini tekrarlamaya hazırlıklı olunmalıdır.

Sudaki çözünmüş oksijen seviyesi düşükse, kayıplar her zaman daha fazla olacaktır. Dolayısıyla akvaryuma bir hava taşı ekleyerek oksijen seviyesi arttırılmalıdır. Eğer hastalık belirtisi ortaya çıkarsa, balıklar sıkı gözlem altına alınmalıdır.

Nitritin balıklar için daha az zararlı olması için suya ne ekleyebilirim?
Tuz (sodyum klorid) uzun zamandır nitritin zehirliliğini azaltmak için kullanılan bir maddedir, belli şartlar altında methemoglobinemiyi engellediği görülmüştür.

Tuz eklemek neden yararlıdır?
Tuz eklemek, kandaki hem methemoglobinemiyi hem de nitrit zehirliliğini azaltan kloridin temin edilmesini sağlar. Ancak ilginç bir şekilde, klorid her zaman için sodyum klorid vasıtasıyla temin edilse de araştırmalar kalsiyum kloridin daha etkili olduğunu ileri sürmektedir; zira kalsiyumun kana daha fazla nitritin girişini engelleyecek şekilde solungaç geçirgenliğini azalttığı düşünülmektedir.

Bu nedenle, yüksek kalsiyum ve klorid seviyesine sahip sularda tutulan balıklar, düşük seviyelere sahip sularda tutulan balıklara göre çoğunlukla daha az hassas olur; ama birçok deniz balığının hassasiyeti yüksektir.

Teorik olarak, discus gibi ılık ve yumuşak sularda yaşayan balıklar daha fazla risk altındadır; yine de nitrit tüm su şartlarında balıklar için ölümcüldür.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

Amonyak Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Amonyak (NH3), akvaryumda bulunabilecek en zehirli azotlu atıktır ve kısa süre içerisinde balıkların hastalanmalarına veya ölmelerine yol açabilir. Organik maddelerin dibe çökmesi ve akvaryumda bulunan hayvanların vücut fonksiyonları sonucunda oluşur. Esasen, amonyağın büyük çoğunluğu balıkların solungaçlarından suya salınır.

Balıklar için neden tehlikelidir?
Amonyak, balığın solungaçlarını ve kanını etkiler; balık ise bu etkileri önlemek için daha fazla vücut ve solungaç mukozası salgılar. Bu fazla mukoza, solungaçları kaplar ve balığın oksijen soğurma kabiliyetini azaltır.

Ayrıca amonyak zehirlidir ve balığın kanında oksijen tutmayı sağlayan hemoglobinin etkisinin azalmasına yol açabilir.

Amonyağın doğal dönüşümü nasıldır?
Normal şartlar altında, biyolojik filtrasyonun düzgün çalıştığı, oturmuş bir akvaryumda yararlı bakteriler amonyağı enerji kaynağı olarak kullanır ve sonrasında nitrite çevirirler. Ardından diğer bakteriler nitriti kullanır ve nitrata çevirirler ki nitrat, her hafta düzenli şekilde, klorsuz (dinlendirilmiş) su ile su değişimi yapılarak akvaryumun dışına atılmalıdır.

Amonyak zehirlenmesinin belirtileri nelerdir?
Amonyağın solungaçlara etki etmesinden itibaren, ilk farkedilecek şey balığın güçlükle nefes alıp vermesidir. Balık oksijen seviyesinin fazla olduğu su yüzeyine yakın yerlerde gezinebilir; yahut dipte, enerjisini fazla harcamadan, ağır ağır nefes alıp vererek durur.

Ayrıca balığın solungaçlarını sıkıca kapadığı ve akvaryumdaki objelere sürtündüğü de görülebilir; eğer sorun geç farkedilirse, balığın hastalıktan ölmesi kuvvetle muhtemeldir.

Amonyağın varlığını nasıl tespit edebilirim?
Amonyağı tespit etmenin tek yolu, test kiti kullanmaktır. Düzenli şekilde haftalık amonyak, nitrit, nitrat ve pH ölçümlemelerini yapma alışkanlığı edinmekte fayda vardır; eğer balık rahatsız görünüyorsa veya sıra dışı hareketler yapıyorsa, anında ölçüm de yapılmalıdır. Sadece amonyağı ölçen test kiti satın alınabilirse de bütün ölçümleri yapabilen bir kit, daha çok iş görecektir.

Amonyak seviyesinin artmasına neler sebep olur?
Amonyak seviyesini arttıracak çok çeşitli etmenler vardır. Bunların en önemlileri:
- Yeterli bakterinin bulunmadığı yeni bir akvaryum
- Filtrenin musluk suyunda temizlenmesi veya eskisinin çıkarılıp filtreye yeni bir süngerin takılması
- Hastalık tedavi sürecinde kullanılan kimyasalların filtredeki bakterileri öldürmesi
- Aşırı yemleme
- Kalabalık ortam
- Yetersiz filtrasyon
- Dinlendirilmemiş su kullanılması
- Akvaryumda kalan ölü balıklar
- Bakımsız canlı kayalar (Resif akvaryumlarında…)

Amonyum nedir?
Amonyum (NH4), amonyağın daha az zehirli bir biçimidir. Eğer suda amonyak varsa, bunun bir bölümü ölümcül serbest amonyak hâlinde, bir bölümü ise daha az zararlı amonyum olarak bulunur. Serbest amonyak ve amonyumun oranları, suyun pH ve sıcaklık şartlarına göre değişkenlik gösterir.

Amonyak testinin sonuçlarını nasıl yorumlayabilirim?
Şaşırtıcı şekilde, çoğu test kiti üreticisi, muhtemelen uygulayacak kişinin aklı karışmasın diye bazı önemli talimatları ve uygulamaları testin içerisinde koymaz. Başlangıç aşaması için bütün test kitleri Toplam Amonyak Azotu (TAA) adı verilen bir değer bulur ve bu değer esasen salt amonyağın değerini göstermez.

Toplam Amonyak Azotu, amonyak ve amonyumdan oluşur ve hangisinden ne kadar bulunduğu pH ve sıcaklık değerlerine bağlıdır. Gerçek amonyak seviyesini bulmak içinse sadece bazı test kitlerinde bulunan ve pH, sıcaklık ve TAA değerlerinin karşılaştırmalı sonucunu gösteren tabloya bakılabilir.

Amonyak için güvenli bir seviye var mıdır?
Yoktur. Az veya çok, amonyağın varlığı tehlike arz eder. Tespit edilmeli, neden ortaya çıktığı bulunmalı ve bir an evvel yok edilmeye çalışılmalıdır.

Suda amonyak tespit edersem ne yapmalıyım?
Bu problemle başa çıkmanın yolu, amonyağın neden oluştuğuna bağlıdır. Nerede yanlış yapıldığını bulmakla işe başlanabilir. Amonyak oluşumuna neden olduğu düşünülen etmenin ortadan kaldırılması önemlidir (Ölü balık varsa çıkarmak, akvaryum kalabalıksa sayıda eksiltme yapmak, yemlemeyi kesmek vs.). Yapılacak diğer önemli müdahale ise büyük çapta bir su değişimi yapmak olmalıdır. Değişimde kullanılacak suyun klorsuz (dinlendirilmiş) olmasına ve akvaryumdaki pH ve sıcaklık değerleri ile aynı olmasına dikkat edilmelidir.

Eğer amonyak seviyesi artmaya devam ederse, sık sık test yapılmalı ve su değişimleriyle seviye aşağı çekilmelidir.

Nitrit seviyesi de amonyakla beraber artabilir, dolayısıyla litre başına 1 ila 3 gr. tuz ilavesi yaparak zehirlilik etkisi azaltılmaya çalışılabilir.

Bakteri kültürü oturmuş ekstra bir filtre takmak da amonyağı yok etmede veya en azından etkisini azaltmada epey yardımcı olur.

Amonyağı nasıl daha az zehirli hâle getirebilirim?
Yapılacak en çabuk uygulama, klorsuz su ile büyük çapta bir su değişimi yapmaktır. Birçok insan büyük çapta su değişimi yapılmaması gerektiğini, %35’ten fazla su değişiminin balıklara olumsuz etki yapacağını söyleyebilir. Kişisel fikrim, bu düşüncenin yanlış olduğudur. Eğer amonyak zehirleyici etki yapacak seviyedeyse ondan bir an evvel kurtulmak lazımdır. %50 veya daha fazla su değişimi yapmanın bu problemden tamamen kurtulmayı sağlama konusunda fazlasıyla etki yapacağını düşünüyorum.

Zeolit nedir ve bu konuda bana yardımcı olur mu?
Zeolit, milyonlarca yıl önce bazik göllerin tabanında biriken volkanik küllerin biçimlenmesi sonucu oluşmuş kristalimsi bir mineraldir (hidratlı alüminosilikat).

Kullanmakta olduğumuz klinoptilolit, yaklaşık 40 farklı çeşidi bulunan bir zeolittir. Amonyum, fosfat ve calsiyum gibi belli iyonları, iki süreç (soğurma ve iyon değişimi) sonucunda sudan arındırır.

İyon değişiminde, amonyum ve diğer iyonlar alınır, zeolitin içindeki sodyumla yer değişimi olur ve iyonlar zeolitin içinde güvenli bir şekilde hapsolur. Zeolit tamamen dolduğunda, akvaryumdan veya havuzdan çıkartılır ve tuzlu suyun içinde bekletilir. Amonyum ve diğer iyonlar tuzdaki sodyumla tekrar yer değiştirir ve zeolit durulanıp yeniden kullanılır.

Zeolit aynı iyonları soğurarak hapseder ama bu amonyum gibi bazı iyonların bir süre sonra suya geri bırakılmasına neden olur. Dolayısıyla zeolit sürekli kullanılmayacaktır; yeniden doldurulup boşaltılabilir ve bu şekilde defalarca kullanılabilir.

Acil amonyak şartlarında etkili bir çözümdür, ama test ve su değişimleri yapmaya devam edilmelidir; zira zeolit amonyağı değil, sadece amonyumu giderir. Günlük zeolit değişimi yapmanız gerekebilir, bu yüzden iki ayrı paket alıp alternatif olarak değişim yapabilirsiniz.

pH ve sertliği arttırmada az etkilidir ve tuz içeren sularda işe yaramayacaktır. Havuz içinse ambalajsız zeolit kullanımı, oldukça ucuza mal olabilir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
İlgili makaleler: 1) Balık İdrarında Ne Var?
2) Akvaryumda Amonyak Tespit Edersem Ne Yapmalıyım?

pH Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Matt Clarke, pH hakkında sıkça sorulan bazı sorulara cevap veriyor.

pH nedir?
pH, sudaki hidrojen ve hidroksil iyonlarının miktarını belirten ölçüdür ve suyun asidik mi bazik mi olduğunu gösterir.

pH ölçeği ne ifade eder?
pH ölçeği, 0'dan 14'e kadar uzanır ve 0 son derece asidik, 14 son derece baziktir. pH 7 ise ne asidik ne bazik, nötrdür.

pH ölçeği ile ilgili unutulmaması gereken nokta, logaritmik olduğudur. Bunun anlamı her birim arasında onlu farklar vardır. pH 8, pH 7'den on kez daha baziktir ve pH 6, pH 7'den on kez daha asidiktir. Yani su kimyasındaki küçük bir değişiklik, kimyasal anlamda büyük bir değişikliğe karşılık gelir ve balıklar üzerinde önemli etkilere yol açabilir.

pH ölçümünü nasıl yapabilirim?
Basit sıvı veya tablet test kitlerinden veya gelişmiş elektronik ölçüm cihazlarından satın alabilirsiniz.

Test kitleri, yüksek pH ölçümü (pH 7 üstü), düşük pH ölçümü (pH 7 altı) ve geniş pH ölçümü yapacak şekilde farklı işlevlerde tasarlanmıştır. Geniş pH ölçümü yapan kitler çok güvenilir değildir ve sadece yaklaşık bir sonucu işaret eder. Tuzlu su içinse özel olarak üretilmiş kitlerden edinebilirsiniz.

Bazı balıklar özel pH seviyesine ihtiyaç duyar mı?
Amazon havzasında veya Batı Afrika yağmur ormanlarındaki sularda yaşayan türler, asidik suları sevenler olarak adlandırılır ve pH 7 altını tercih ederler. Denizlerde veya Malavi ve Tanganyika Göllerinde yaşayan türlerse bazik suları sevenler olarak adlandırılır ve pH 7 üstünü, özellikle de 8 civarını tercih ederler. Her iki grup balık da yanlış pH seviyelerine uyum gösteremez.

Çeşme suyundaki pH seviyesi 8. Bu suyu neon tetralarım için daha yumuşak ve asidik yapmalı mıyım?
Asidik suları seven balıklar, yumuşak ve asidik suları tercih etseler de eğer sert suya sahip bir bölgede yaşıyorsanız, akvaryumcunuz muhtemelen balıkları sert ve bazik suya adapte etmiştir. Bazı akvaryumcular pH düşürme işlemini uygulasalar bile çoğu, balıkları musluk suyunda tutar.

Discus, Apistogramma cinsindeki birçok tür, bazı labirentliler vb. gibi daha zor türleri beslemek istiyorsanız, balıkları koymadan önce akvaryumdaki suyun pH'ını ve sertliğini ayarlamak durumundasınız. Su değerleri konusunda akvaryumcudan veya ihracatçıdan bilgi temin edebilirsiniz.

Doğada yumuşak suya sahip sularda yaşayan türleri üretmek istiyorsanız, pH ve sertliği düşürmeniz gerekebilir. Bu tür balıkların üretiminin sağlanabilmesi ve üretim sağlanırsa ortaya çıkacak sağlıklı yumurta ve yavru miktarı, su kimyasına bağlı olabilir.

pH seviyesini ne düşürür?
pH seviyesinin düşmesinin bağlıca nedeni karbondioksittir. Bu gaz suda karbonik asit olarak çözünür ve hidrojen iyonlarının artmasına neden olarak pH'ı düşürür. CO2 bitkilerin, bakterilerin ve balıkların solunumu sonucunda açığa çıkar. Ayrıca nitrifikasyon, metan fermantasyonu ve sülfür oksidasyonu gibi süreçler de pH'ın düşmesine neden olabilir.

Bu, eğer akvaryumda çok balık ve bitki veya kirlenmiş taban malzemesi ya da tıkanmış taban filtresi varsa, pH düşüşü konusunda risk altındasınız demektir. Ayrıca bazı nitratsızlaştırıcılardan (denitratör) geçen sular da çok asidik olabilir.

pH seviyesini ne arttırır?
Tropikal tatlı su akvaryumları için satılan birçok çakıl ve kaya, mineral içerir ve pH'ı ve sertliği arttırır. Eğer pH'ın artmasını istemiyorsanız, kimyasal etkisi bulunmayan taban malzemesi ve dekor edinebilirsiniz.

Havuz, işlemden geçirilmemiş betonla çevriliyse, sudaki pH tehlikeli boyutta artabilir ve çoğunlukla balıklar için ölüm kaçınılmaz olur.

Ayrıca fotosentez de pH'ı yükseltir. Akvaryum veya havuz bolca ışığa maruz kalıyorsa ve fazlaca bitki ve alg barındırıyorsa, gün içerisinde pH yüksek seviyelere çıkabilir.

pH seviyesini artırmanın en iyi yolu nedir?
Eğer yumuşak ve asidik suya sahipseniz ve bu suyu sert ve bazik yapmak istiyorsanız, pH'ı ve sertliği yükseltmenin en iyi yolu argonit kullanmaktır. Kalsiyum yönünden zengin olan bu mineral, yüksek pH ve sertlik sağlar ve bu yapıyı devam ettirir.

pH seviyesini neden düşüremiyorum?
Sudaki KH (karbonat sertliği) çok yüksekse, pH'ı düşürmek zordur. KH, sudaki asitleri tamponlar ve pH'ın düşmesine engel olur. Bununla birlikte uygun ölçüde KH olması önemlidir, aksi takdirde asitler etkin hâle geleceğinden pH fazlasıyla düşecektir.

pH seviyesini ayarlamak için akvaryuma kimyasal pH düşürücü veya arttırıcı eklemeli miyim?
pH düşürmek veya yükseltmek için suya sıvı veya toz ürünler eklemek nadiren kalıcı bir çözüm olur. Örneğin çoğu akvaryum, sudaki asitleri tamponlayan oldukça yüksek KH'a sahiptir.
Bu tür ürünleri eklemek pH seviyesinde dalgalanmalara yol açabilir. Yaratabilecekleri etkiler tam olarak bilinmedikçe bu tür ürünlerin kullanımından kaçınılmalıdır.

pH seviyesini düşürmenin en güvenli yolu nedir?
Yüksek KH seviyesinin pH'ı düşürme şansını azaltması üzerine, işe düşük mineral içeriğe sahip ters osmoz su ile su değişimleri yaparak başlanabilir. Sonrasında istenen pH seviyesine gelene kadar pH düşürücü asit (API's pH Down) kullanılabilir. Sertlik ise mineral desteği ile sağlanabilir.

Bitkiler için akvaryuma CO2 veriyorum ama bu, pH seviyesini etkiliyor. Neden?
Karbondioksit suya karbonik asit olarak karışır ve bu da pH'ı düşürür. Bitkiler oksijen üretmek için gün içinde karbondioksiti kullanır ama geceleri süreç tersine işler. Bu, pH'ın sabah saatlerinde çok düşük olabileceği ve gün içinde artacağı anlamına gelir. Eğer pH çok düşüyorsa, geceleri karbondioksit vermeyi kesebilir ve havalandırmayı arttırabilirsiniz.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk

25 Haziran 2014 Çarşamba

Balıklar Soğukkanlı mıdır?

Balıklar gerçekten soğukkanlı hayvanlar mıdır, yoksa durum bundan daha karmaşık mıdır?

Sürüngenler ve amfibiler gibi balıklar da soğukkanlı poikilotermik omurgalılardır, yani vücut ısılarını etraflarındaki suya göre ayarlarlar.

Bu nedenle, vücut ısıları suyun ısısıyla direkt bağlantılı olduğundan ve vücut ısısındaki değişiklikler, vücudun çalışmasına etki ettiğinden, bu durum stresli veya ölümcül olabilir.

Daha yüksek sıcaklıklar daha az çözünmüş oksijen ihtiva eder, dolayısıyla su sıcak olduğunda, balıkların solunumunu etkiler ve balıklar ihtiyaç duydukları oksijeni karşılayabilmek için solungaçlarını daha hızlı hareket ettirmek zorunda kalır.

Sıcaklık ayrıca balıkların metabolizmasını da etkiler ve metabolik süreçler daha sıcak sularda daha çabuk gerçekleşir. Bu durumda balıkların gereksinim duyduğu oksijen miktarı da artar.

Ton balığı ve bazı köpek balığı türleri gibi bazı balıklar daha sıcak kanlıdır ve ortam sıcaklığı 6 ila 30°C arasındayken, kırmızı kas dokularını 26 ila 32°C arasında sıcak tutabilirler.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: practicalfishkeeping.co.uk
Çevirmenin notu: Makaleye yorum getirmek gerekirse, besleyeceğimiz balıklar için uygun sıcaklık aralıklarını öğrenmeli ve balıkları bu aralıklar dahilinde yaşatmaya çalışmalıyız. Zira makalede anlatıldığı üzere, suyun sıcaklığı balıkların metabolizmasına direkt etki ediyor ve onların yaşam standartlarını belirliyor. Ne çok soğuk ne çok sıcak, akvaryumda uygun bir sıcaklığı tutturmalıyız.

24 Haziran 2014 Salı

Doğa Eksikliği Bozukluğu

Doğa Eksikliği Bozukluğu, Richard Louv’un 2005 yılında yazdığı Doğadaki Son Çocuk (Last Child in the Woods) isimli kitabında geçen; insanların, özellikle de çocukların doğada daha az zaman geçirmelerinin çok çeşitli davranış problemlerine yol açtığına dair bir hipotezi işaret etmektedir. Bu bozukluk, akıl hastalıklarıyla ilgili herhangi bir tıbbi kitapta tanımlı değildir. Kanıtlar 2009 yılında toplanmış ve yeniden gözden geçirilmiştir.

Louv, bu durumun nedenleri arasında ebeveynlerin korkularının, doğal alanlara sınırlı erişimin ve ekran bağımlılığının olduğunu iddia etmektedir. Geçtiğimiz dönemde yapılan araştırmalar, ABD'de doğal parkları ziyaret eden çocuk sayısındaki azalış ile elektronik ürün tüketen çocuk sayısındaki artış arasında büyüyen bir tezatlık olduğunu ortaya koymuştur.

Richard Louv on yılını ABD'de kırsal veya kentsel alanlarda yaşayan ebeveynler ve çocukları ile doğadaki deneyimleri üzerine konuşarak ve röportaj yaparak geçirmiştir. Louv, sansasyonel medya çevresi ve paranoyak ailelerin, sanal oyunlar üzerinden "güvenli" sistematik faaliyetleri teşvik eden çekişmeli korku kültürünü yükseltirken, tam olarak "ormanlardan ve açık alanlardan korkan çocuklar" yarattıklarını öne sürmektedir.

Bu eğilimlerin farkındalığında, bazı kişiler insanların içgüdüsel olarak doğa sevgisine sahip olduklarını (biyofili hipotezi) ve örneğin açık hava eğitimi veya çocukları orman okullarına ya da kamplarına göndermek gibi, dışarıda daha fazla zaman geçirme adına adımlar atacaklarını savunmaktadırlar. Ağır ebeveynliğin, serbest bırakma yaklaşımının bir bölümü olarak, çocukların içeride tutulması yerine doğal çevrelere gönderilmesini savunması muhtemelen bu düşünceyle uyuşan bir durumdur.

Doğa sadece doğal parklarda bulunmaz. Robert Michael Pyle'ın yazdığı Çocuklar ve Doğa (Children and Nature) isimli kitabın "Boş Arsalardaki Cennet" bölümünde, küçük bakımsız alanlarda keşfetme ve merak giderme fırsatları olduğu vurgulanmakta, Detroit şehrinde yıkılan binalar yüzünden sayısı giderek artan yaklaşık 30.000 boş arsanın bulunmasının sevindirici bir durum olduğu belirtilmektedir.

Bununla birlikte teşhis, çocukların nasıl ve neden dışarıda ve doğada yeterli zaman geçirmedikleri sorununu belirsizleştiren ve çözümsüzleştiren bir yanlış tanı koyma şekli olarak eleştiri almıştır.

Nedenler

Ebeveynlerin çocuklarını tehlikelere karşı güven altına almak için onları içeride tutması. Richard Louv, çocuklarımızı sorun yaratacak ve onların doğayla bağlantı kurma yeteneklerinin bozulmasına yol açacak şekilde koruyor olabileceğimize inanıyor. Ebeveynlerin ağırlıklı olarak medya tarafından körüklenen ve sürekli artan "yabancı tehlikesi" korkuları, çocukları iç mekânlara hapsediyor ve dış dünyayı keşfetmeleri yerine bilgisayarlara bağlıyor. Louv'a göre ebeveynlerin çocuklarının hayatları üzerinde aşırı kontrol ve etki etmeleri durumu, Doğa Eksikliği Bozukluğuna neden olabiliyor.

Çocuğun semtindeki ve şehrindeki doğal çevrelerin azalması. Birçok parkta ve doğal alanda, sınırlı erişim ve "Çimlerin üzerine basmayınız." uyarısı bulunmaktadır. Çevreciler ve eğitimciler de çocuklara "Bak ama dokunma." diyerek bu kısıtlamanın artmasına neden olmaktadır. Onlar doğal çevreyi korurlarken, Louv bu korumanın çocukların doğa ile olan ilişkisi üzerindeki bedelini sorguluyor.

İç mekânlarda geçirilen zamanın artması. Televizyonun, bilgisayarın ve video oyunlarının gelişiyle çocuklar içeride kalmak için fazla nedene sahip olmaktadır. Örneğin ABD'de çocuklar, elektronik ortamda haftada ortalama olarak 44 saat (günde ortalama 6 saatten fazla) harcamaktadırlar.

Etkiler

Çocuklar, dolaysız doğal çevreleri hakkında sınırlı ilgiye ve saygıya sahip olmaktadır. Louv, Doğa Eksikliği Bozukluğunun çocuklarımız üzerindeki etkilerinin gelecekte daha büyük bir sorun olacağını söylüyor: "Yaklaşık olarak son otuz yılda çocuklar ve doğadaki doğrudan deneyimleri arasında hızla artan bağlantı kopukluğu, sadece gelecek nesillerin sağlığı için değil, ayrıca dünyanın sağlığı için de derin sonuçlara yol açmaktadır." Doğa Eksikliği Bozukluğunun etkileri, ebeveynlerine göre ilk neslin daha kısa bir ömre sahip olması riskine neden olabilir.

Dikkat eksikliği bozukluğu ve depresyon gelişebilir. "Bu problem, doğada zaman geçirmeyen çocukların anksiyete, depresyon ve dikkat eksikliği bozukluğu gibi rahatsızlıklara yatkın olmasından kaynaklanmaktadır." Louv açık alanlara çıkmanın ve sessiz ve sakin ortamlarda bulunmanın bu konuda büyük yardımı olabileceğini ileri sürüyor. Illinois Üniversitesi'ndeki bir çalışmaya göre, doğa ile etkileşim içerisinde olmanın, çocuklardaki dikkat eksikliği bozukluğunun semptomlarını azalttığı ortaya konulmuştur. Araştırmaya göre: "Genel olarak bulgularımız, okul sonrasında ve haftasonlarında yaygın olarak yapılan aktivitelerde tipik doğal çevrenin etkisine açık olmanın çocuklardaki dikkat eksikliği bozukluğu semptomlarının azalmasında geniş bir etkiye sahip olabildiğini göstermektedir." Dikkat Restorasyonu Teorisi de hem kısa dönemde kişinin yeteneklerinin onarılması hem de uzun dönemde stres ve sıkıntılarla baş edebilme yeteneğinin kazanılması konularında bu fikri daha ileri taşımaktadır.

Dikkat eksikliği bozukluğu ve duygudurum bozuklukları ile birlikte, okulda alınan düşük notların da Doğa Eksikliği Bozukluğu ile ilişkili olduğu görülmektedir. Richard Louv: "Kaliforniya'da ve ülke genelinde öğrenciler üzerinde yapılan çalışmalar göstermektedir ki açık alan sınıfları ve diğer deneysel eğitim biçimleri kullanan okullar, öğrencilerin sosyal çalışmalarda, fen bilimlerinde, dil öğreniminde ve matematikte dikkate değer kazanımlar elde etmelerini sağlamaktadır."

Çocukluk obezitesi, yaygınlaşan bir sorundur. ABD'de yaşları 6 ila 19 arasında değişen 9 milyon çocuk, aşırı kilo veya obezite problemi yaşamaktadır. Amerikan Tıp Enstitüsü, geçtiğimiz 30 yılda çocukluk obezitesinin ergenlerde iki kat ve 6 ila 11 yaşlarındaki çocuklarda üç kat arttığını iddia etmektedir.

Public School Insights'ta yayımlanan bir röportajında Louv, "stres azalımı için dikkat süresi üzerindeki pozitif etkisinden; yaratıcılık, bilişsel gelişim ve merak duygusu ve dünyayla iletişimlerine kadar her şey" olmak üzere, Doğa Eksikliği Bozukluğunun tedavisinin bazı pozitif etkileri üzerinde duruyor.

Organizasyonlar

'İçeride Çocuk Kalmasın Koalisyonu', çocukların dışarı çıkmaları ve aktif öğrenme yapmaları konusunda çalışmaktadır. Koalisyon üyeleri, Doğa Eksikliği Bozukluğu sorununun üzerinde durulmasını umut etmektedirler. Şu anda, okullarda çevresel eğitimin arttırılmasını sağlayacak İçeride Çocuk Kalmasın Hareketi üzerinde çalışmaktadırlar. Koalisyon, "öğrencilerin ilgisini dış mekânlara yönlendirerek" ve onları yaşadıkları doğal dünyayı keşfetmeleri için cesaretlendirerek Doğa Eksikliği Bozukluğu sorununun çözümüne katkı sağlanabileceğini iddia etmektedir.

Kolombiya'da OpEPA örgütü, 10 yıldan fazla süredir bu konunun üzerinde durmaktadır. OpEPA'nın misyonu, çevresel sorumlulukla hareket edebilecekleri şekilde çocukları ve gençleri dünya ile yeniden iletişime geçirmektir. OpEPA, çalışmalarını üç eğitim basamağı üzerinden gerçekleştirmektedir: Düşünsel, deneysel ve duygusal / ruhsal.

Eleştiriler

Bazı kişiler Doğa Eksikliği Bozukluğunu değerlendirmiş ve eleştirmiştir. Bunların arasında Kuzey Karolina Üniversitesi'nden, orman çevresi eğitim programı ile birleşik olarak Doğa Eksikliği Bozukluğu üzerine çalışma yapan Yardımcı Doçent Elizabeth Dickinson da vardır. Dickinson, Louv'un ve K-12 orman eğitmenlerinin çevresel ve çocuk-doğa etkileşimi ile ilgili problemler hakkında konuşmak için kullandıkları dili ve erişkinlerin çevre ve insan olgusu üzerindeki tutumlarını analiz etmiştir.

Dickinson; Louv ve eğitmenlerin çözüm olarak sundukları beceri gösterme ve tanımlandırma gibi iki uygulamanın nasıl sorunun bir parçası hâline geldiğini göstermektedir. Sorunun üzerine daha iyi eğilmek için duygusal iletişim ve tanım koymama gibi diğer eğitimsel uygulama çeşitleri kullanılabilir. Aşağıda Dickinson'ın makalesinin bir özeti yer almaktadır:

"Bu çalışma, Richard Louv'un çocukların nasıl ve neden doğadan uzaklaştığına dair popüler 'Doğa Eksikliği Bozukluğu' teorisini incelemekte ve eleştirmektedir. Spesifik olarak, Doğa Eksikliği Bozukluğu teorisini Louv'un çağrısına uyan ve bunu eyleme döken bir ormanı koruma eğitim programı kapsamında araştırdım. Louv'un ve orman eğitmenlerinin ifadelerinin altında yatan, insan-doğa ilişkileri hakkında bazı kültürel varsayımlardır. Bu ifadeler, bir ayağa kaldırma masalı gibidir ("Çocuklar doğadan ayrı kaldılar ve doğaya dönmek zorundadırlar.") ve yeniden iletişim için beceri gösterme ve tanımlandırmayı öne sürmektedirler. Ben daha derin kültürel araştırmaların ve alternatif uygulamaların yokluğunda, Doğa Eksikliği Bozukluğunun sorunu belirsizleştirebilen ve zorlaştırabilen, tartışmaya açık güncel çevresel söylem şeklindeki bir yanlış tanı olduğunu savunuyorum. Yetişkinlere çağrım, insan psikolojisinden yola çıkarak, sorunun kültürel köklerine inerek ve duygusal dışavurum ve tanımlandırmama gibi geleneksel olmayan iletişim uygulamalarını kullanarak, insan ve doğa arasındaki bağlantı kopukluğu üzerine yeniden düşünmeleri olacaktır."


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Natural Deficit Disorder
Çevirmenin notları: (1) Yard. Doç. Elizabeth Dickinson'ın getirdiği eleştiri, sorun üzerinde farklı bir yaklaşım geliştirilmesinin gerekliliği üzerinedir. Richard Louv ve onun çağrısına uyan eğitmenler, soruna daha çok geleneksel ve kültürel bağlamlarda yaklaşmaktadırlar. Dickinson ise psikolojik perspektifler üzerinden ilerlemenin doğruluğuna inanmaktadır. Farklı yaklaşım tartışmalarının ışığında, henüz gelişmekte olan büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz da aşikârdır. Ancak ne yazık ki bu sorunun ileride ulaşacağı boyutlar konusunda henüz elimizde ciddi veriler bulunmamaktadır.
(2) Richard Louv'un Doğadaki Son Çocuk isimli kitabı, ülkemizde 2010 yılında Tübitak Yayınları'ndan çıkmıştır.

"Çocuk ve doğa hareketi şu temel fikirden güç alıyor: Doğadaki çocuk, soyu tehlike altında olan bir türdür ve çocukların sağlığı ile yeryüzünün sağlığı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır." -Richard Louv-

Ekopsikoloji


Ekopsikoloji, ekolojik ve psikolojik prensipler doğrultusunda insanoğlu ve doğal dünya arasındaki ilişkiyi inceler. Ekopsikolojinin çalışma alanı, sürdürülebilir yaşam şekilleri oluşturmada ve doğaya yabancılaşmanın çözümünde bireylere yardımcı olarak, bireyler ve doğal dünya arasındaki duygusal bağlantıyı genişletme yolları geliştirmeyi ve bunları anlamayı amaçlar. Theodore Roszak, türettiği 'Ekopsikoloji' terimini 1992 yılında basılan Dünyanın Sesi (The Voice of the Earth) isimli kitabında kullanmıştır. Daha sonra 1995 yılı antolojisinde ortak yazarlar Mary Gomes ve Allen Kanner ile birlikte bu fikri genişletmiştir.

Bu alt alan sayesinde insanların neden çevreye zarar verme davranışı sergilemeye devam ettiklerini araştırma ve sürdürülebilir uygulamaları benimsemek için pozitif motivasyon yöntemleri geliştirme amaçları ile geleneksel psikoloji alanı genişlemektedir. Kanıtlar, birçok çevresel hasara yol açma davranışının bazı seviyelerde alışkanlık hâline geldiğini ve bu şekilde, utanç duyarak değil, pozitif duygusal tatmin üzerinden çok daha etkili şekilde hareket edildiğini göstermektedir. Ekopsikolojiye atıfta bulunulan diğer bazı konular şunlardır: Gaia psikolojisi, psikoekoloji, ekoterapi, çevresel psikoloji, yeşil psikoloji, global terapi, yeşil terapi, dünya merkezli terapi, yeniden dünyalılaşma, doğa tabanlı psikoterapi, şamanik rehberlik, ekosofi ve orman terapisi.

Ekopsikolojinin temel dayanağı, günümüzde insan aklı modern sosyal dünya tarafından şekillendiriliyorken, onun evrilip geliştiği doğal çevreye esasen uyumlu olduğudur. Biyolog E. O. Wilson'ın 'biyofili hipotezi'ne göre insanoğlu doğayla, özellikle de doğanın suretiyle; yani evrim biyologlarının evrimsel uyumluluk çevresi olarak adlandırdıkları, yaşamak için uyum sağlanan doğal şartlarla duygusal bağ kurma konusunda doğuştan bir dürtüye sahiptir.

Pratik yararlar

Bazı araştırmacılar bireyin doğa ile olan iletişiminin diğer insanlarla olan ilişkilerini ve duygusal refahını geliştirebildiğini ileri sürmektedir. Bu uygulamanın tamamlayıcı kısmı, psikoterapiyi ve bireyi ofis ve ev içerisinden çıkartıp dış mekânlara taşımaktır. Ekopsikolojinin temel kurallarına göre, ormanda veya parkta yapılan bir yürüyüş, canlandırıcı etkiye sahiptir çünkü bu, insanın uyum sağlamış olduğu bir şeydir. Roger Ulrich, Rachel ve Stephen Kaplan ve Frances Kuo gibi psikologlar, doğal dekorasyona sahip yerlerde yaşamanın ve manzara resimlerine bakmanın insan psikolojisi üzerindeki yararlı etkilerini araştırmışlardır. Richard Louv'un Doğadaki Son Çocuk (Last Child in the Woods) kitabının Çocuklarımızı Doğa Eksikliği Bozukluğundan Korumak (Saving our Children from Nature-Deficit Disorder) bölümünde çocukları doğayla buluşturmanın dikkat dağınıklığı bozukluğu da dâhil olmak üzere ruhsal bozuklukların tedavisinde nasıl yardımcı olabileceği, detaylarıyla tartışılmaktadır.

Ekopsikolojinin bir başka temel dayanağı, doğanın farkına varma ve doğayı tanıma adımlarının duyuların keskinleşmesini sağlayabildiği ve insanlara yeni yetenekler geliştirme konusunda yardımcı olabildiğidir. Örneğin, korkma yerine farkına varma ve tanıma durumları öne çıkartılırsa, doğada iz sürme ve yön bulma yetenekleri gelişir. Benzer şekilde, ekopsikolojiye göre denizi anlayan ve seven denizcilerin rüzgârın yönü konusunda keskin bir duyu kazandığı ileri sürülmektedir.

Doğayla iç içe olma nedenleri

Ekopsikoloji, doğa ile nasıl duygusal bağ geliştirildiğini araştırmaktadır. Bunun çok faydalı bir durum olduğu düşünülür zira doğa keşfedildiğinde ve doğaya herhangi bir yargılamada bulunmaksızın bakıldığında insan; ahenk, denge, zamansızlık ve sağlamlık duyguları edinir. Ekopsikoloji, genler gibi temel yapı taşları üzerine odaklanan ve doğayı bencilce, bir hayatta kalma mücadelesi olarak tanımlayan indirgeyici doğa görüşlerini büyük ölçüde reddeder. Doğayla ilgili olarak yabanıllık, tutumluluk, ruhanilik ve duygusal bağ açılarından yetersiz bilimsel tanım ve keşif olduğu düşünülür. Örneğin, tutumlu uyumlulukların seçiliyor olduğu varsayıldığında, tutumluluğun türlerin evrim ağaçlarının çıkarılmasında (ortak atalara bakılarak yapılan sınıflandırma) en iyi yol olduğu anlaşılır. Bugüne değin beyin çoğunlukla, büyük bir kavram çeşitliliğinin akılda sıkışmasının sonucu olarak etrafındaki etkilerin içerisinde tutumluluğu arayan basit bir organ şeklinde değerlendirilmesinin yerine, kalıtsal akıl üniteleri tarafından yönetilen, karmaşık bir yapı olarak görülmüştür.

Doğa ile iç içe olan kültürler

Doğayla nasıl bağ kurulduğunun araştırılmasında ekopsikoloji, doğayla iç içe olma geçmişleri olan çeşitli antik ve modern kültürlerin oluşturduğu örneklerle ilgilenir. Aborijin, Pagan, Budist ve Hindu kültürler; şamanizm ve eski İsihazm gelenekleri, bu örneklere dâhildir. İlgi alanı, bu kültürlere ait kutsal mekânların kayıplarının yerel halk üzerinde genel görüşten çok daha yıkıcı etkiye sahip olması durumuyla birlikte, kültürel kimliğin doğayla nasıl iç içe olduğudur. Özellikle Amerikan yerlilerinin hikâyeleri, insanlar ve doğa arasındaki toplumsal geçerlilik kazanmış bilinci resmetmektedir. Doğu Ortodoks keşişleri, doğaya derinden bağlı ve düşünce yoğunluklu bir hayat sürerler. Diğer çalışmalar, çevrenin iyileşmesine olanak sağlayan nüfus kontrolü veya göçebe yaşam gibi doğal sınırlara saygı gösterilen bir özveri ve çevre dâhilinde nasıl daimi bir yaşam sürdürüldüğü üzerinedir. Ek olarak, belli yerli kültürler ağaçların, nehirlerin ve gökbilimsel parçaların yer aldığı bazı psikoterapi yöntemleri geliştirmiştir.

Doğa olmayınca çekilen acılar ve içine düşülen kuruntular

Ekopsikologlar, yaygın şekilde devam eden çevresel yıkım karşısında acı ve ümitsizlik hisseden bireylerin özelinde, açığa vurulmamış bir keder tespit etmişlerdir. Ekopsikolojinin alanı, yeni bir kategori yaratmaksızın var olan patolojik durumların ışığında çevreyle olan bağlantı kopukluklarının açıklanma biçimlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. İleri sürülen fikir, içinde bulunulan kültür doğadan kopuksa, bireyin hayatındaki çeşitli durumların olumsuz olarak etkileneceğidir. Ayrıca doğanın etkisi olmadan insanların çeşitli kuruntulara yatkın olacağına ve akıl sağlığı ve en iyi psikolojik gelişim için belli bir derecede doğaya dönük yaşamın temel unsur olması gerekliliğine de inanılmaktadır. Bu konu, Paul Shepard'ın Doğa ve Delilik (Nature and Madness) isimli kitabında detaylarıyla incelenmektedir. Ayrıca dış dünyadan ayrı kalmanın, evrimsel süreç boyunca çevreyle kurulan karşılıklı etkileşim üzerinden geliştirilmiş duyuların ve bilgi işlem yeteneğinin kaybına yol açtığı da ileri sürülmektedir.


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Ecopsychology

Pasilalinik Semfatetik Pusula

Salyangoz Telgrafı olarak da anılan Pasilalinik Semfatetik Pusula, salyangozların birbirlerine dokunduklarında kalıcı bir telepatik bağ yarattıklarına dair yanlış bir hipotezi kanıtlama girişimi için kurulan bir mekanizmaydı. Bu inanç, Fransız okültist Jacques Toussaint Benoit ve meslektaşı Mösyö Biat-Chretien tarafından 19. yüzyılın ilk yarısında geliştirilmiştir.

İki salyangoz arasında olduğu varsayılan telepatik bağın, fiziksel sınırlamanın olmadığına ve böylelikle herhangi bir mesafe üzerinden iletişim kurulabileceğine işaret ettiği düşünülüyordu. Aralarında bağ bulunan iki salyangozdan birine dokunulduğunda, diğer salyangozun bu teması hissedeceği ve buna tepki vereceği ileri sürülmüştü. Benoit, teorilerini test etmek için bir cihaz geliştirdi ama bu, bir iletişim devrimi olarak ümit bağladığı şeyin aslında sadece pahalıya patlayan bir başarısızlık olmasıyla sonuçlandı.

Hipotez

Benoit ve Biat-Chretien, iki salyangoz birbirine temas ettiğinde, özel bir tip sıvı sayesinde aralarında bir bağ oluştuğuna inanıyordu. Bu sıvı, görünmez bir tel oluşturur ve iki salyangoz, bu tel üzerinden geçen titreşimli bir elektirik akımından kaynaklanan hayvan manyetizmasını kullanarak bir “semfatetik iletişim” kurar. Her ne kadar bu, iki salyangoz arasında bir çeşit fiziksel bağa işaret etse de hâlâ “telepati” olarak anılmıştır.

Çalışan bir model yapma

Benoit, tasarımını yapmak için yeterli finansal desteğe ilk başta sahip değildi. Sonrasında, ne kadar önemli bir keşfe imza attığını kendisine kanıtlamak üzere kalacak yer ve ödenek vermesi için Paris’te bir spor salonun müdürü olan Mösyö Triat’yı ikna etti. Bir yıl sonra Triat’nın sabrı tükendi ve çalışan bir model görme talebinde bulundu.

Cihaz

Cihaz, içerisinde büyük yatay bir disk bulunan ahşap kare bir kutudan ibaretti. Diskte her biri bakır sülfat çözeltisine batırılmış bezle kaplı çinko levha içeren 24 delik yer almaktaydı; bezler birer bakır tel ile tutturulmuştu. Her bir deliğin en altında zamkla yapıştırılmış bir salyangoz bulunmaktaydı ve bu salyangozlar alfabenin harfleri ile ilişkilendirilmişti. Özdeş ikinci cihaz da bir çift salyangoza bağlanmıştı.

Operatör, harfi aktarmak için salyangozlardan birine dokunur. Bu dokunuş, alıcı operatör tarafından okunabilecek şekilde ilgili salyangozda bir tepkiye neden olur.

Uygulamalı gösterim

2 Ekim 1851’de Benoit, Triat’yı ve La Presse’ten gazeteci arkadaşı Jules Allix’yi davet etti. Önce Triat’dan ve sonra Allix’den bir istasyonda durmalarını ve bir kelimeyi heceleyerek okumalarını ve sonrasında onlardan alıcı uçtan okuyarak kelimenin ne olduğunu söylemelerini istedi. Bununla birlikte, kendisi de iki cihaz arasında gidip gelmeye ve bunun bir aldatmaca olduğundan şüphelenmeye başladı. Allix ise gösterimden ikna olmuştu; Benoit’nin yaratısını öven makalesi 27 Ekim 1851 tarihli gazetede yer aldı. Triat ise daha kesin sonuç verecek şekilde ikinci bir test istedi ve Benoit bunu kabul etti. Ancak testin günü geldiğinde, Benoit ortadan kaybolmuştu.

Olay kaydı

Allix’nin La Presse’teki makalesinin yanı sıra pasilalinik semfatetik pusulanın hikâyesi Sabine Baring-Gould’un 1889 yılında basılan Tarihi Acayiplikler ve Tuhaf Olaylar (Historic Oddities and Strange Events) kitabında da yer almıştır.

Popüler kültürde bulunulan atıflar

• Japon mangası ve anime serisi One Piece’te yer alan Den Den Mushi (veya “Transponder Salyangoz Telefonu”), kullanıcılarının salyangoz benzeri yaratıklar aracılığıyla iletişim kurmalarını sağlayan bir çeşit telefondur.
• “Surviving the World” isimli web komedisinin bir bölümünde salyangoz telegrafından söz edilmiştir: http://survivingtheworld.net/Lesson1744.html


Çevirmen: Anıl Altın
Kaynak: Wikipedia > Pasilalinic-sympathetic compass